Dinde Samimi Niyet ve Muhtemel Felaket Sonuçları

1- TEOLOJİK VE TARİHİ ARKA PLAN

Samimiyet, insani ilişkilerde, ahlakta ve dinde önemli bir hususiyettir, gerekli bir şarttır; fakat yeterli değildir. Samimiyetin, şuur/bilinç ve anlama ile birlikte olması gerekir. Cehalet ve taklit/dogmatizm ile birleşmesi halinde sonuçları hüsran ve felaket olur. Sünni doktrin, “Ameller, niyetlere göredir” hadisini şiar edinmiştir. Ancak, işin diğer yarısını yani amellerin sonuçlarını ihmal etmiştir. Başka bir sahih hadis, “Ameller, sonuçlarına göredir” der (el-Buhari, Sahih, er-Rikak. Hadis no:6493). Samimiyet/iyi niyet ile girişilen ilişki veya eyleme/amele, uyanık-aktif bir bilinç ve keskin bir vicdan ile birlikte yanısıra ilişki ve eylemin, faile ve topluma karşı doğuracağı muhtemel maslahat-menfaat veya mefsedet-mazarrat hakkında bir ön-görüye sahip olması gerekir. Kur’an, gerekçesiz ve cehalet-taklit-dogma içeren samimiyet ile bağlanılan batıl itikad ve batıl amellerin sonuçlarının makbul olmadıklarını; hüsran ve felaket olduğunu defaatle vurgular. Birkaç örnek verelim: “Onlara: “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” dendiğinde; “Ne münasebet! Biz, sadece ıslah edicileriz” derler. Dikkat edin, onlar, bozguncudurlar; fakat kendileri, bunun farkında değiller.” (2/71). “Sana amellerinde en büyük zarara uğrayacakları haber vereyim mi? Onlar, bütün çabaları dünya hayatı peşinde koşarken heba olmuş kişilerdir. Fakat kendilerine sorsanız, iyi işler yaptıklarını söylerler. “ (18/103-104). Medyen halkı, Şuayb Peygambere şöyle itiraz ediyorlardı: “Senin dinin mi bizi babalarımızın taptığı ilahlardan vazgeçmemizi ve mallarımızı istediğimiz gibi harcamaktan vazgeçmemizi emrediyor? Oysa sen, yumuşak huylu ve akıllı bir adamsın.” (11/87).

Erken İslam tarihinde Haricilerin dogmatik, düşüncesiz, kör samimiyetleri, şiddete teşne tabiatları ile birlikte, başta güzide halifelerden Hz. Ali olmak üzere, binlerce insanın katledilmesi sonucunu doğurdu. Samimiyetlerinden ne kendileri, ne de başkaları kuşku duymuyordu. Ancak, itikatları ve amellerinin doğurduğu sonuçlar, İslam’ın makasıtları ile bağdaşmıyordu. Bunun sebebi, edindikleri-oluşturdukları itikatlarının ve eylemlerinin doğuracağı sonuçları, anlamlı ve şuurlu bir şekilde, düşünce ile hesaba katmamalarıdır. Niyetlerinin halis/samimi olmasının din/denenme için yeterli olduğuna inanmaları idi.

Benzer bir durum, ortaçağlarda Hristiyan Katolik kilisesi tarafından ortaya konmuştur. Samimiyetle/Allah rızası için ve fakat dogmatik-kör inanç ile yüz binlerce insanı katlettiler ve akıl almaz işkencelere tabi tuttular. Benzer şekilde, 19. ve 20. Yüzyıllarda seküler Faşizm ve Komünizm ideolojileri de samimiyetle milyonlarca insanın katledilmesine sebebiyet verdiler. Dünyanın değişik tarihlerinden ve değişik kültürel-dinsel coğrafyalarından yüzlerce örnek vermek mümkündür.

2- GÜNÜMÜZDEN ÖRNEKLER

Türkiye’de 1970’li yıllarda Fetullah Gülen “Hoca Efendi” diye çağrılan kişinin başlatmış olduğu “Hizmet Hareketi” diye isimlendirilen örgüt, samimiyet ve Allah rızası motivasyonlarına dayandığını söyledikleri ve İslam’a-Türkiye’ye, -hatta Dünya’ya- “Hizmet” etme iddiasında idiler. Ancak Hariciler ve Kilisede olduğu gibi, itikatlarının ve eylemlerinin doğuracağı ahlaki sonuçları, İslam’ın genel maksatları ile mütenasip olarak bilinç/şuur, anlam ve keskin bir vicdan ile hesaba katmadıkları/gerekçelendirmedikleri için; soru çalmadan, kurumlara ve insanlara “kumpas” kurmalara, kamu kaynaklarını hukuksuzca (adalet), “Kanun”lar ile kendilerine tahsis ederek ve “takiyye” yaparak devletin içinde “Paralel Yapı” kurmalara ve sonun da ABD/CIA ile işbirliğine girip Türkiye’nin seçilmiş meşru iktidarına darbe yapacak bir “ihanet” noktasına vardılar (15-Temmuz/FETÖ).

İki binli yılların başında kurulan “Muhafazakâr” Ak Partisi, yine samimiyetle, -“Alnı Secde Görme” ortak paydasında- bu “Hizmet Hareketi” ile işbirliğine girerek, onların palazlanması için her türlü devlet ve kamu kaynaklarını onlara tahsis etmede bir mahsur görmediler. Yaptıkları haksızlıklara ve hukuksuzluklara uzun bir süre göz yumdular. Bunun sebebi de, kendilerinin ve onların “dini samimiyet” lerine inanmaları idi. Ancak, amellerinin doğurdukları ve doğuracakları sonuçların 84 milyon vatandaş açısından neye mal olduğunu düşünüp hesaba katmadılar.
Ak Partisinin Suriye Politikası, başka bir örnek olay olarak verilebilir. Samimiyetle, “Gönül Coğrafyamız”da önceden dost oldukları Beşar Esat rejimini devirmek ve “Ümeyye camisinde cuma namazı kılmak” için, “Arap Baharı” dalgasına kanıp, kendilerine daha yakın gördükleri Suriye muhalefetini (İslamcıları) destekleyerek ülkenin iç savaşa sürüklenmesine ve parçalanmasına sebebiyet verip; sonucunda beş milyon mülteciye sığınak olmak ve güney sınırlarımızda bir “Terör Devleti (YPG)”ne katlanmak kaderimiz oldu. Oysa Suriye’nin iç ve dış dinamikleri, iyice hesap edilebilseydi, bu vartaya düşülmeyebilirdi. HAS partisinin, o günlerde böyle bir rapor hazırlayarak kamuoyuna sunduğunu biliyorum. Hükumet, iltifat etmedi.

Son örnek, samimiyetle olduğuna inanmak istediğim “Faiz Yasağı”ndan kalkarak uygulanan ekonomi politikalarının, döviz, altın ve borsalarda doğurduğu çalkalanmalar ve bunların vatandaşlar ve ülke ekonomisinde doğurduğu ekonomik zararlardır. Atılan adımların doğurabileceği muhtemel zararlar ve maslahatlar, yani “sonuçlar” hesap edilmeden; samimiyetle “Nass var” diyerek atılan adımlar, bu sonuçları doğurdu. Faizi düşürmek ve –gelişmiş ekonomilerde olduğu gibi- sıfıra indirmek hedefi doğrudur; fakat “Attığın taş, ürküttüğün kurbağaya değecek.”; “Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan olmayacaksın.” Yani sonuçları da hesap edeceksin: “Zaruretler, mahzurlu olan şeyleri mubah kılar.” diye bir Fıkıh Usulü ilkesi vardır. Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan, bu sonuçları “hesapladığını” söylüyor. İnşallah, hesaplar doğrudur.

3- ÇÖZÜM

Fransız filozof Alain Bodiou, “Etik” adlı kitabında ahlaki kötülüğün başlıca üç kaynağı olduğunu söyler: 1- Taklit, yani sahte bir olayın terör saçan takipçisi olmak. 2- İhanet, yani kendi çıkarı uğruna bir hakikatten vazgeçmek. 3- Felaket, yani adlandırılması zor olanı zorlamak; ahlaki hakikatin –parça parça, biricik değil- bütüncül gücüne inanmak. Birinci kötülükten kurtulmak için, taklite düşmeden, tetkike, tahkike, analize “Devam et!” buyruğuna ferasetle kulak asmak. İkinci kötülükten kurtulmak için, çesaretle dürüstlükten “Vazgeçme!” buyruğuna sadakat göstermek. Üçüncü kötülükten kurtulmak için de, itidali tercih ederek “Bütünlük aşırılığına kapılma(mak)!” buyruğuna bağlı kalmaktır. (Alain Bodiou, Etik. Çev: Tuncay Birkan. İst. 2016. S 92).

Dindarlar, bu kötülüklerden genellikle birincisine ve üçüncüsüne düşerler. Müslümanların, bunlara düşmemeleri içi, Kur’an’ın “İman” konuları (Tevhit-Ahiret-Nübüvvet) ile amel-muamelat/ahlak konularını birbirinden ayırıp; ikincilerin, “İman” konusu değil; gerekçeleri ve maksatları ile “anlama-yorumlama-tecdit” konusu, yani “şeriatların birbirini neshetmesi”nde olduğu gibi; gerekçeli olarak yeni şartlara göre “nesh”edilebilip yenilenebileceğini kabul etmeleri gerekiyor. Hz. Ömer’in, Ata b. Ebi Rebah’ın, Ebu Hanife’nin, Ebu Yusuf’un, N. Tufi’nin görüşleri bu doğrultudaydı. İmam Matüridi, buna “İçtihadi Nesh” demişti. Ben de “Sabit Din Dinamik Şeriat” demiştim. Ancak, İmam Şafii’nin kurmuş olduğu ve daha sonra bütün Sünni fıkıh mezheplerinin benimsemiş olduğu “Fıkıh Usulü”, bu dinamizmi yok etmiştir. Zira Şafii’ye göre, hakikat, sadece Allah’ın ve Resulünün söyledikleridir. Gerisi, şeytanın vesveseleridir. Yani dinde ahlaki-hukuki hüküm (doğru-yanlış/helal-haram) koyma yetkisi (Şari) sadece Allah ve Peygamberindir. Bu teori de, müminleri “samimiyetle” ve kolayca birinci ve üçüncü kötülüğe sevk etmektedir.