8.6.2017
Sayın cumhurbaşkanımız, Ensar Vakfı’nın 38. Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada şunları söyledi: “14 yıldır kesintisiz siyasi iktidarız; ama, sosyal ve kültürel iktidar olamadık. Medyadan sinemaya; bilim, teknolojiden hukuka kadar pek çok alanda en etkin yerlerde ülkesine ve milletine yabancı zihniyetteki kişilerin, ekiplerin, hiziplerin olduğunu görüyorum. Elimizde böyle (siyasi iktidar) bir imkân varken, hâlâ pek çok yeri boş bırakıyor olmamız, aklın ve vicdanın kabul edeceği bir durum değildir. Tek eksiğimiz, bunları hizmete dönüştürecek adanmış kadrolar.” Tayfun Atay, Cumhuriyet Gazetesi’nde sayın cumhurbaşkanımızın bu sözlerini yorumladığı yazısında bizim başlıkta dediğimizi dedi: 15 senedir temel kaygınız, inşaat/rant ve siyaset(hile/iktidarı uzatma) ise, yoksunluğunu/yoksulluğunu ifade ettiğin(sanat, sinema, bilim, teknoloji ve hukuk..vs) alanlarda olamazsın.
Ak Parti’nin ilk iktidara geldiği yıllarda biz 15-20 ilahiyatçı akademisyen, “İslamiyyat” diye kaliteli bir İlmi-İslami dergi çıkarıyorduk. Başka dergiler de vardı: Divan, Bilgi Hikmet, İslami Araştırmalar, Tezkire… Hepsi kapandı ve ekipleri siyasete-bürokrasiye taşındı/koşuştu. Bilim, Sanat, Teoloji, Hukuk bunların hiçbiri, adına “İslamcı” veya “Muhafazakâr” denen camianın temel merakı-ilgi alanını, tutkusunu, hayretini mucip olmamıştır. Olamazdı da. Sanatın önemli bir dalı olan Şiirde N. Fazıl, muhafazakârlara Seküler Kemalizm’e karşı politik muhalefeti ve iktidar olmayı yegâne ufuk olarak aşıladı: “Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes; ey kahpe rüzgâr, artık ne yandan esersen es.” Sayın cumhurbaşkanımız da bu şiirleri okuyarak büyüyen nesildendir: Hamaset ve Siyaset.
Türkiyeliler(Kürtler dahil), tarihi süreç içinde düşünmenin “mitolojik-din/mistisizm(Tasavvuf)” aşamasında kalmışlardır. Medreselerde devletin bürokrasi ihtiyacını karşılamak için okutulan Rasyonel Teoloji(Fıkıh, Kelam, Tefsir, Hadis), erken dönemde Arapça filizlenmiş olan ve içinde daha sonraları batıda “Bilim” olarak kristalleşen çabayı da barındıran ”Felsefi Düşünmeyi” zaten Nizamiye medreselerinde boğmuştu. Araplar, -İslami İlimleri yaratarak- “teolojik düşünme” aşamasına geçmişlerdir. Yani dini metinleri akıl ile açıklama çabası(Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam, Felsefe). Ancak Batıda teolojik düşünme aşamasını “Felsefi Düşünme” aşaması takip etti(Aydınlanma-Rönesans). Sanat, kültür, teoloji/reform, hukuk işte bu aşamanın ürünleridir. Bunu da “Bilimsel Düşünme” aşaması takip etti. Batıda tekniği, sanayiyi ve ekonomiyi yaratan bu aşamadır. Finans Kapitalizmi, Sanayi kapitalizminin zorunlu devamıdır.
İslam dünyasında mevcut durum, Sünniliğin uzun süren kültürel-politik hegemonyasında taşımış olduğu potansiyelleri bütünüyle açımlaması, çiçeklenmesi, meyvelerini vermesi ve akabinde tükenmesidir. Son üç yüz yıldır Dünyanın hem alt yapısı(ekonomi-sanayi-teknoloji) hem de üst yapısı(İnsan Hakları, Milliyetçilik/Ulus Devlet, Demokrasi, Hukuk Devleti, Laiklik, Üniversite/Bilim…vs) Batı tarafından belirleniyor. İslam Dünyası(Şeriat), geçen yüz yılın başlarında kurumsal olarak, kültürel olarak, hem de fiziksel olarak çökmüştür; Milliyetçilik/Ulus Devlet benimsenerek yarı bağımsız diktatörlükler olarak yeniden kuruldu. Şimdi de özgürlük, sağlık, üretim, eğitim sorunları ile boğuşuyor. Batı kendini hayatın bütün alanlarında(Sanat-Kültür, Bilim-Teknoloji, Din/Teoloji, Hukuk, Ekonomi) yeniledi ve sonuç olarak da elde ettiği silah-ekonomik güç ile dünyaya –yarı gönüllü, yarı zorla- kendini kabul ettirdi; dünyayı kendine benzetti.
Şu anda Batı da, sahip olduğu potansiyelleri çiçeklendirerek tüketmiştir. Ancak hegemonya küresel ölçekte olduğu için bitiş görünmüyor. Post-modernizm(nihilizm), aslında bu bitişin bir semptomudur.
Sayın cumhurbaşkanımızın “iktidarsızlığını” itiraf ettiği alanlar, Sünniliğin yaşama ilişkin üretmiş olduğu kültürel-kurumsal kalıpların tükendiği alanlardır. İslam’ın genetik/tohum özünün sağlamlığı, tarihsel açılmış gövdesinin(Çınar/Sünnilik) yaşlılığını, meyve vermezliğini ve belki de çürümüşlüğünü ortadan kaldırmıyor. Yalnız bu alanların ikamesi veya doldurulması, ima ettiği gibi zorla veya “adanmış” kadrolar yani politik militanlık ile olmuyor. Oturup Avrupalının yaptığı gibi Felsefi ve Bilimsel olarak veya alternatif bir “düşünme tarzı” ile kafa patlatmak, dirsek çürütmek, göz nuru dökmek, alın teri silmek ile olacak alanlardır. Yoksa Tayfun Atay’ın dediği gibi, İstanbul’un Fethinin yıl dönümünde gâvurdan aldığın kamyonlardan 1453’nü “gösteri” amaçlı olarak bir yere toplamak veya reytingi 50. sırada izlenen “Kur’an okuma yarışması” düzenlemekle olmuyor.
Üniversite sayısını artırmak, mağaza zinciri veya AVM açmaya benzemez. Felsefi merak/düşünme, keşif/icad çıkarma ve bilimsel araştırma tutkusu yoksa; buralar “iş bulma” mekanlarına döner. “İcad çıkarma”nın ve “eski köye yeni adet getirme”nın lanetlendiği bir kültürden geliyoruz. Şu anda birkaç özel üniversite dışında devlet ve vakıf üniversitelerinin yegâne misyonu, meslek edindirmek veya işsiz genç mezun etmektir. 15 yıldır devlet aracılığı ile çoğunlukla “inşaat/rant”tan para kazanan muhafazakâr burjuvazinin sanatsal hobileri oluşmadı. “Çukurambar” bunun kanıtıdır. Göğü delen dikey mimari ile “Havadan(emsal) para kazanma”; dört çekerli araçlarla kafe ve restoran önlerinde trafiği tıkamak, kafelerde iş bağlamak, nargile-okey masalarında duman altı olmak, hepsi bu kadar.