Bazı muhalif âlimlerin (örneğin Ebu Hanife) camiye/cumaya zorla götürüldüğü ve hutbenin ikindiye kadar sürdüğü rivayetleri vardır. Çünkü Cumaya gitmemek, siyasi otoritenin meşruiyetini kabul etmeme anlamına geliyordu.
Cuma günü, Yahudilerin Cumaertesi’yi “Yevmu’s-Sebt (İstirahat/ibadet)” günü, Hıristiyanların ise “ibadet” günü olarak belirledikleri Pazar gününe alternatif olarak, Hz. Muhammed ve arkadaşları tarafından ictihad ile icad edilmiş sembolik kapital değeri olan bir gündür. Yalnız, Cuma gününün Yahudilerin Cumartesi, Hıristiyanların Pazar gününden farkı, ne bütün bir “ibadet” günü olması ne de bütün bir “istirahat” günü olmasıdır. “Cuma”, adından da anlaşılacağı gibi, Müslümanların yaşadığı yerleşim merkezlerinden (köy, kasaba ve şehir) mümkün olan oranda öğle namazı vakti;
1- Cuma namazı kılmak,
2- İmamın, devlet başkanının, valinin Müslümanların toplumsal ve ahlakî sorunları hakkında yapacağı tahlilleri ve tavsiyeleri (hutbe) dinlemek için toplanmalarıdır. “Namaz kılındıktan sonra da yeryüzüne dağılıp Allah’ın fazlından rızıklarını aramaları” (62/10) gerekir. Dolayısıyla Cuma günü, ne bir ibadet günü, ne de bir tatil günüdür. Eski Yunan’da Polis’in (şehir) merkezi olan “Agora”larda olanlar ve yapılanlar ile Cuma günü Mescit’te yapılanlar (ibadet, politik konuşma, toplanma) ve mescidin hemen dışında olup bitenler (örneğin ticaret, 62/11) birbirine daha fazla benzemektedir. Bundan dolayı, bir “kutsal” gün iması taşıyan: “Cumanız mübarek olsun” temennisi, doğru değildir. Doğru olan temenni: “Allah ibadetinizi (namazınızı-duanızı kabul etsin”dir. Yapılan eylemler veya nesneler İslam’da “kutsal-profan” diye ayrılmaz; “Manevi (manalı-dini-ahlaki)- Malayani (manasız)” diye ayrılır. İslam Hukuku da “Celb-menafi’ ve def-i mefasid” üzerine kuruludur.
Cuma namazının şehir ve büyük kasaba merkezlerinde, mümkünse tek camide kılınması ve kıldıracak kişinin de Hz. Muhammed’in halefi olarak Halife, Emir, Vali vs. olması, bu toplanmanın politik içeriğini yansıtır. Yani Cuma günü namaz ile hutbenin birleştirilmesi politikanın ibadetle yan yana getirilmesidir. Hz. Ömer, hutbe okurken cemaatten dul bir kadının itirazda bulunabilmesi, sembolik olarak hutbenin hem iktidara, hem de muhalefete eşit uzaklıkta açık ve eleştirel bir kürsü olduğu anlamına gelir. Ancak, tarihsel süreçte bu devam ettirilememiştir.
Emeviler döneminde Cuma hutbeleri, Sultanlara kendi politikalarını kitlelere dayatmanın bir aracına dönüştürüldü. Bazı muhalif âlimlerin (örneğin Ebu Hanife) camiye/cumaya zorla götürüldüğü ve hutbenin ikindiye kadar sürdüğü rivayetleri vardır. Çünkü Cumaya gitmemek, siyasi otoritenin meşruiyetini kabul etmeme anlamına geliyordu. O tarihten itibaren Cuma hutbeleri iktidarı pekiştirmenin, muhalefete sövmenin veya onları eleştirmenin bir aracı olarak kullanıldı. Ta ki İran Devrimi’nin arifesine kadar… Humeyni, Cuma hutbelerini kendi düşüncelerini halka açıklamanın ve halkı iktidara karşı örgütlemenin bir platformu olarak kullandı. Ve milyonların katıldığı Cuma mitingleriyle sonunda Şah rejimi devrildi. Bundan sonra da Cuma hutbeleri, Mollalar/Ayetullahlar rejiminin kendi politikalarını halka anlattıkları ve dayattıkları bir platforma dönüştü. Emevilerden itibaren iktidarların meşrulaştırma aracı olan “Cuma”, İran Devrimi’yle birlikte muhalefetin de kendini ifade etme ve iktidarı zorlama zemini olmaya dönüştü.
Bugünlerde Ortadoğu’da Cuma günleri (ve hutbeler), mevcut despotik rejimleri devirmek için kitlelerin birer protesto mitinglerine dönüşmüş durumda (yevmu’l-ğadap). Bu durum, genel olarak Cuma’nın teorik ve teolojik çerçevesiyle çelişmeyen bir şeydir. Türkiye’de ise Cumhuriyet’ten beri Cuma hutbeleri, Diyanet kanalıyla devletin veya siyasal iktidarların kendi iktidarını pekiştirmenin bir aracı olarak kullanıldı. Bundan dolayı da İslamî hassasiyeti olan bazı radikal muhalifler, Cuma namazını “politik simgeselliği”nden dolayı kılmadılar: “Cumasızlar”. Muhafazakâr halkın büyük bir kısmı ise âlimlerin o günlerde verdiği bir fetvayla camilerde kılınan Cuma namazının kabul olmayabileceği şüphesiyle “Zuhre-i ahir” adıyla öğle namazı kılınmaya devam edegelmiştir. Bu âlimler, Cuma namazının edası, hutbenin İslami-politik simgeselliğiyle rejimin değişimi arasında sıkı bir ilişki görmüş olmalılar. Bugün de -anlamının ne olduğunu bilmeden- bu namaz kılınmaya devam etmektedir. Şimdilerde Kürtler, Ortadoğu halklarından etkilenerek Cuma namazlarını Camilerde değil de, dışarıda kılarak merkezi otoriteye karşı bir tür “Sivil-itaatsizlik” eylemi aracı olarak kullanmaya başladılar. Türkiye’de Sünnî Müslümanlar, Cuma namazının bu “politik” içeriğini külliyen unuttuğu veya anlamadığı/bilmediği için, Kürtlerin cami dışında Cuma namazı kılmalarını “Dinin politikaya alet edilmesi” olarak görüyor. Oysa Cuma günü ve Cuma hutbesi her zaman böyleydi. “Alet edilme” veya “doğru ikame etme” ise, iktidar veya muhalefette olmaya göre değişiyor.