7.6.2016
Rahman ve Rahim, yani adil ve merhametli bir Tanrının var olduğunu “keşf” etmek yani ona iman etmenin saiki, insanın içinde bulunduğu dünyanın üzerine derin düşünmenin sonucu ahlaki “minnettarlık/şükran/borçluluk” duygusudur. “Üzümü ye; bağını sorma” nankörlüğüne(Küfür) karşı “Bu değirmenin suyu nerden geliyor?” ahlaki sorusunu sorabilme erdemini göstermenin ifadesidir bu. İbrahimi Monoteist Vahy-Peygamber geleneği, bu inancı/dini telkin etmiştir: Tevhit dini. İmanın kaynağı korku-çıkar ve sığınma isteği değil; sorumluluk duygusudur. Bireyler özgürdür; ahlaki bağlamda denenmektedir. İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesidir; yeryüzünün imarı ve ıslahı, denenmenin mevzusudur. Düşünce, duygu ve davranış boyutlarından oluşan dini akt, Tanrıya karşı minnet, hemcinsine karşı merhamet, kendine karşı ise menfaattir(ahiret).
Putperestlik, ya bu Tanrıyı keşfedememenin sonucu çeşitli doğa güçlerini tanrılaştırma veya aşkın bir Tanrıya inanmayı başarabilse de, “onu doğru takdir edememenin”(6/91) sonucu ona ulaşmak için mücessem putlar yaratmaktır. Araplarda yaygın olan şirk dininin özelliği buydu: “Putlar, Allah nezdinde bizim aracılarımızdır” derler.”(10/18); “Bizi Allah’a yakınlaştırmalarının dışında başka bir amaç için onlara ibadet etmiyoruz.”(39/3). Kur’an, Arapların put edinmelerinin saiklerini şöyle izah eder: “Yaşarken aralarında sevgi oluşturmak için putlar edindiler.”(29/25). “Kendilerine güç versin diye ilahlar edindiler.”(19/81). “Kendilerine yardım edilsin diye putlar edindiler.”(36/74). Ortak paydanın karşılanmamış, doyurulmamış, giderilmemiş ihtiyaçlar ve arzular olduğu ortada: “Arzularını putlaştıranı gördün mü?”(25/43).
“Karizma” Weber’in izah ettiği gibi, -esas itibari ile- Tanrı’nın ilişkide olduğu insan(peygamber)dır. Kitleler, cehalet yüzünden peygamberlerini zamanla içlerinden birisi(insan) olmaktan çıkararak ilahlaştırabildikleri gibi(Örneğin: Hz. İsa); siyasi liderlerini de ilahlaştırabilirler. Mucize gösterme, sihir-büyü, cesaret/korkusuzluk/risk alma… karizmanın muhtemel kaynaklarıdır.
İmparatorluk veya güçlü devlet yapılarının oluşmadığı, sosyolojik olarak kabile/klan şeklinde yaşayan toplumlar, doğal güçlerin veya düşmanlarının yarattığı korku, güvensizlik, çaresizlik, çıkar ve arzularının sonucu tahtadan, taştan ve madenlerden “put”lar icat etmişlerdir. Mısır, Roma ve İran’da güçlü devlet yapıları ortaya çıktığı için, buralarda bahsi geçen ihtiyaçları karşılayan canlı(etten ve kandan) krallar/siyasi liderler kolayca ilahlaştırılmıştır.(Firavun, Sezar, Şah). Daha önce Demokrasiyi icat ederek kralların ilahlaşmasını önleyen Yunan şehir devletleri gibi; Roma İmparatorluğu da “Senato”yu oluşturarak Kralların Tanrılaşmasına karşı koymaya çalışmıştır. Mısır’da, Babil’de, Çin’de ve İran’da bunlara benzer kurumlar oluşturulamamıştır. Kralları ilahlaştıran mantık, onların görünmez elbiseler giyebileceğine inandıran ihtiyaçların acilliğidir. Ancak bir çocuk saflığı/naivliği “Kralın çıplak olduğunu” görüp haykırabilmiştir: “Kral çıplak!” .“Firavun, toplumunu ezdi/küçümsedi; onlar da, korkup kendisine boyun eğdiler; çünkü o toplum, yoldan çıkmıştı.”(43/54). “Firavun onlara: “Ben sizin en yüce rabbinizim.” dedi.”(79/24)
Put(yanlış tanrı) yaratmanın arkasında arzu, korku, umut ve çıkar yatar. Bunlar, kişinin kendi özgüveni, cesareti, kabiliyeti veya oluşturulmuş kurumlar tarafından karşılanmaz ise, sihir-büyü veya mistifikasyona başvurularak putlara havale edilir. Eğer bunlar bir siyasal önder tarafından karşılanırsa, kitleler o şahsı putlaştırır. Put yaratma(İdolleştirme), âşık olmak gibi delice(psiko-patolojik) bir süreçtir. Aşağılık kompleksinin yansıması olan yoğun bir kıskançlığı da içerebilir. Bütün arzuların, umutların ve beklentilerin gerçekleştirilmesi puta yüklendiği için, put bunları karşılamadığı takdirde ona isyan edilir ve gerektiğinde yerle bir edilir. Korkusuzluk, gözünü budaktan sakınmama, güç kullanma, başarı, beceri ve çıkar(rızık) dağıtma, siyasi lideri putlaştıran hasletlerdir. Korkusuzluk/cesaret sonucu “efendi/karizma” olan kişi, kazandığı güç sayesinde “tekebbür”e kapılarak kendi zanlarının, yorumlarının, kararlarının, kaprislerinin hepsinin mutlak doğru olduğu zehabına kapılma cesaretini(cehaletini) gösterir. İdolleşmek için dürüstlük şart değildir; risk almak/adanmak yeterlidir. Liderde putlaşmasını sağlayacak güç istenci, istiğna, istikbar, övülme, ebedilik arzuları… olması gerekir. Bu, genel ahlaki-psikolojik bir yasadır. Tarihte görüldüğü gibi, günümüzde de görülmektedir. Yirminci yüz yılda yaratılan Stalin, Lenin, Hitler, Mussolini, Franko, Pinoşhe, Burgiba, Saddam, Kaddafi, Atatürk, Nasır… bazı put olma arzuları veya putlaştırma örnekleridir. Bazıları, putlaşmayı arzular; bazıları da bunu istemediği halde, etrafındaki zayıf(mustazaf) ve çıkar peşinde koşan, korkak kitleler tarafından putlaştırılır. Çünkü kendileri kul-köle olma modundadırlar.
İslam’da Hz. Muhammedin ölümünden sonra siyasetin amacı salt çıkar/başarı değil; adaletin toplumda kaim kılınmasıdır(4/135; 5/8,42; 7/29…). Bunun prosedürüne gelince, toplumun tümünün kendini ilgilendiren işlerde sorumluluk almasıdır(Şura-42/38).Bunun pratik yolu ise, ehliyet ve liyakate dayalı olarak(4/58) kurumsal yapılar kurmaktır. Kişi kültün(imamet, saltanat, hilafet) hiçbir İslami temeli yoktur. Bunlar, Orta-Doğu gelenekleridir.
Son zamanlarda çok tartışılan Sayın Cumhurbaşkanımız R. T. Erdoğan’ın durumuna gelecek olursak, az sayıda muhafazakâr kitlede onu ilahlaştırma/putlaştırma emareleri gözlemlenmiyor değil. Kendisi de bahsi geçen dini veya seküler kişilere “güç istenci” ve politik “istiğna” bağlamında benzemiyor değil. Ancak, yukarda ismi sayılanların çoğundan ayrıldığı nokta, %50 ye varan bir oy desteği ile güce erişmesidir. Ancak, bu oy verenlerin bir kısmı, onun icraatlarının doğruluğuna inandığından dolayı orada oldukları halde; bir kısmı da menfaatlerini belli oranlarda ona destek vermede bulduklarından dolayı oradadırlar. Yani olay, azınlık bir yönü ile “dava” ilişkisi; çoğunluk yönü ile de, “ahbap-çavuş”(menfaat/çıkar) ilişkisidir. Ortak akla dayalı kurumsal siyasetin Türkiye’de gelişmemiş olması yanında, solda ve sağda performansı yüksek birden çok politik figürün olmayışı/çık(a)mayışı, sayın Erdoğan’ı alternatifsiz kılıyor.
Şimdi sözü bu konuya(tanrı-put-lider-karizma yaratma) kafa yormuş olan L. Feuerbach’a bırakalım: “ Tanrı, aslında bir talebin, dileğin nesnesidir; o, talep edildiği, içten arzu edildiği, istendiği için tasarlanmış, düşünülmüş ve inanılmış bir varlıktır… Tanrı, genel olarak bir talebin nesnesidir. Çünkü Tanrıların doğası, insani dileklerin doğasına denk düşer… İnsan, ölümsüzlüğü ona inandığı ya da hatta onu kanıtladığı için dilemez; dilediği için inanır ve kanıtlar. Ne var ki bu inanç, sadece geleneksel inancı kabul eden bir kişide ancak inanç tasarımı tarafından yaratılabilir. Ama asli failin içinde inancın kaynağı dilektir. Ölümsüzlük dileği olmadan, ölümlü birinin aklına ölümsüzlük fikri gelmezdi.”(1) “Bu yüzden, tanrının esas özü, isteme ile yapabilmenin birliğidir. Tanrı, dilediği, ya da istediği şeyi yapabilen bir varlıktır… Tanrı, kendisinde irade ile dilek arasındaki farkın kalktığı, insanın en yüce düşüncesi ve dileği olan dilek ile gerçekliğin birliğinin gerçekleştiği bir varlıktır… Ne var ki, irade nedenli maddi, koşullu, noksan ise; dilek, o denli kadir-i mutlak, semavi, koşulsuz ve tanrısaldır.”(2) “İnsan, kültürünü tanrılara borçludur; evet ama bu tanrılar, boş inancın tanrıları değildir; bu tanrılar, insanların sabırsız, devrimci dilekleridir. İsteklerini tanrılar gibi aynı kolaylıkla ve duraksamadan gerçekleştirme dilekleridir. Bu tanrılar, demek ki, insanların tanrı olma dilekleridir.”(3)
“İnsanın bağımlılık ve iktidarsızlık duygusu sadece boş bir mekândır; maddenin yeri değil, tanrıların meydana geldiği tohumun yeridir. Bu üreme maddesi, sadece ateşli, sonsuz ve ele avuca sığmaz yetkin ve sürekli mutluluk isteğidir. Dinsel duygunun iktidarsızlığı: “ben hiçbir şey yapamam” der; ama yetkin ve sürekli mutluluk itkisi: “ben istediğimi yaparım” der. Çünkü kendi başıma yapamadığım şeyi, tanrının yardımı ile başarırım… Mutlu olma talebinin olmadığı yerde yakarış da, kurban da, mezmur da, ilahi de, cennet de, cehennem de, tanrı da, şeytan da yoktur… Talihsizlik, zaruret, kısacası felaketler olmasaydı, tanrılar da mevcut olmazdı. Gerekli su ihtiyacını düzenli karşılayan bir ırmağın(Nil) suladığı Mısırda olduğu gibi; yağmur yağmamasından dolayı “kuraklık” felaketine maruz kalmayan bir ülkede kimse yağmur tanrısına(Jupiter Pluvius) tapmaz.”(4) Feuerbach, 350 sayfalık kitabında insani bir gerçeklik olan din, tanrı ve put yaratmanın saikleri üzerinde durur.
Hâsılı, çok az sayıda insanın gerçekleştirebildiği başlangıçta bahsettiğimiz hakiki “din” ile kitlelerin çoğunluğunun icad ve icra ettiği, Feuerbach’ın tasvir ettiği putperestlik dininin ve onun seküler versiyonlarının arasındaki farkı görmek önemlidir diye düşünüyorum.
DİPNOTLAR:
1-Feuerbach, Ludwing. Tanrıların Doğuşu. çev: Oğuz Özügül. İst. 2015.50-51
2-Feuerbach, a.g.e. 60-61.
3-Feuerbach, a.g.e. 63.
4-Feuerbach, a.g.e. 97.