9.4.2016
Sünni Fıkıh Usulü’nün kurucu babası İmam Şafii, İslam dininin ontolojik özünü kuran epistemolojiyi teolojik olarak kurguladığı/kurduğu “er-Risale” adlı eserinde dört kaynak sayar(edille-i erbaa, edille-i şeriyye): 1-Kitap/Kur’an, 2-Sünnet/Hadis, 3-İcma, 4-İçtihad/Kıyas. Bunlardan ilk üçü mutlak/kutsal/kesin/değişmez; dördüncüsü ise, bunlara yapılan Kıyastır. Yani aklın görevi, ilk üç kaynakta zımnen(imaen, işareten) bulunan çözümü/hakikati ortaya çıkarmaktır. Yoksa kendi kendine hüküm koymak değil. Şafii, Sünneti/Hadisi mutlak ölçü olarak vaz ederken Hz. Muhammed’e itaati emreden ayetleri, Ona Kur’an ile birlikte verilen “Hikmet”in(4/113) sünnet ve hadis olduğu ve “ O, hevasından konuşmaz; onun söyledikleri, kendine vahyedilenlerdir”(53/3-4) ayetinde kasdedilenin Kur’an değil; hadis/sünnet olduğu yorumuna dayanır. Oysa Rey ehli, dinin oluşum sürecinde Hz. Muhammed’in “şari/ölçü” rolünü kabul etmekle birlikte; onu daha ziyade “ilk örnek” olarak görür.
Sünniliğin Rey/Düşünme/Akıl’ı da kaynak olarak kabul eden kanadı, başta Hz. Ömer olmak üzere, (Hanefilik(İstihsan), Malikilik(Mesalih-i mürsele), Mutezile, Maturidilik); başta Hz. Ömer’in oğlu Abdullah olmak üzere, Hanbelilik ve Şafiilik(Ehlu’l-Eser/Sünnet/Hadis)ten farklı olarak, Hz. Muhammed’i(Sünnet/Hadis) dinde mutlak “Ölçü/model” olarak değil; ilk “örnek” olarak gördükleri için, Hadis ve Sünnete onlar kadar önem/değer atfetmezler. Örneğin, başta İmam Şafii olmak üzere, meşhur Hadis mecmuası “Sahih-i Buhari”nin müellifi İmam Buhari, Ebu Hanife’yi hiç sevmezler; ağızlarına geleni söylerler. Rey taraftarları, Abbasi halifesi Hanbeli Mütevekkil’in ihtilalinden(850) sonra devlet tarafından kovuşturmaya tabi tutulup görevlerine son verilip sürüldükleri ve boğuldukları için, “Hadis Ehli” o tarihten itibaren İmparatorlukların resmi ideolojisi olarak “Sünnilik” halini aldı.
Hanbelilikte(Selefiyye) ve Şafiilikte Hz. Muhammed’in, Allah gibi dinde mutlak “Şari” haline getirilmesi, hicri ikinci yüzyıldan itibaren toplanan Hadis mecmualarını dinde ikinci mutlak kaynak haline getirdi. Toplanan bu hadislerin “sahih”liği, toplayıcının bilimsel kriterlerine bağlı olarak “rölatif” olduğu için, ortaya bir kaos çıktı. Birinin “sahih” gördüğü hadisi, bir diğeri -kendi kriterlerine göre- doğal olarak sahih görmeyebilir. Zamanla bunlardan bir kısmı(Buhari, Müslim, Nesei, İbn Mace) otorite kazanırken; İbn Hanbel(Müsned) ve İmam Malik(Muvatta)’in eserlerine de ikincil bir otorite atfedildi. Muvatta’nın bir “Hadis” mecmuası olmaktan çok, Medinelilerin örfünü(sünnetini) ihtiva ettiğini hatırlatalım.
Türkiye’de son 15-20 yıldır “Kutlu Doğum Haftası” adı altında Hz. Muhammed’i toplumumuza dini-ahlaki bir “ölçü” olarak takdim eden programlar yapılıyor; Siretler, Na’tlar yazılıyor; Hadis ezberleme yarışmaları düzenleniyor; Hırka-i şerif ziyaret ediliyor; sakal-ı şerifler il il dolaştırılıyor vs. Cübbeli-cübbesiz Ahmetler, Mehmetler hadis kaynaklarında her ne varsa onları televizyonlardan halkımıza “Din/İslam” diye akşam-sabah anlatıyorlar. Diyanet’in kendisi de yedi cilt halinde “Hadislerle İslam” diye bir kitap/mecmua yayınladı. Bu kitabın ismi, İslam’ın “Hadisler” ile kaim olduğu intibasını veriyor.
Kanaatime göre, Hadis Ehlinin Hz. Muhammed teolojisi/teorisi yanlıştır. Rey ehlinin görüşü daha doğrudur. Hz. Muhammed’in yapıp etmeleri ve sözleri, İslam’ın yedinci yüz yılda Arap toplumunda update edilmesinde/reformunda/tecdidinde bir kısmı “ölçü” bir kısmı da” örnek” olmuştur. Örneğin, İbadet-i Mersumede(Namaz, Hacc, Oruç) onun uygulamaları, “ölçü” olarak bağlayıcılığını sürdürür. Ancak, onun yapıp etmelerinde ve sözlerinde “Arap” olmaklıktan ve bundan bin dört yüz sene önce yaşamış olmasından kaynaklanan yüzlerce ve binlerce unsur vardır ki, bunlar, “o gün” ölçü veya örnek olma kapasitesine haiz iken; bu gün olmayabilir. Çünkü, aradan 1400 sene geçmiştir ve biz(Türkiyeliler) Arap değiliz. Psikolojik olarak Hz. Muhammed’in içimizden birisi(insan) olması, dinde Kur’an’dan(Allah’tan) daha fazla olarak onu kendimize yakın görebiliriz. Nitekim Türkler, Şeriat veya Kur’an’dan daha fazla olarak onu sevmiş; fakat, din olarak “örnek”likte “Evliyaları”, “Meşayıhları”, “Babaları”, “Dedeleri”(Tasavvuf) kendine daha yakın görmüştür(Halk İslamı). Kitlelerin, bin dört yüz sene önce yaşamış ve kendi milletinden/dilinden olmayan birini -hele bir de mucizeler ile sarılıp sarmalanmış ise- “örnek” olarak alması, teolojik olarak -doğru-, fakat zor iken; “ölçü” olarak alması, zorlama bir iştir.
Hz. Muhammed’in “şari” olarak her konuda “ölçü” oluşunun doğurabileceği problemlere gelecek olursak, örneğin, onun 9-11 yaşlarında Hz. Ayşe ile evlenmesi, cariye edinmesi, çok evliliği vs. Arap örfünün bir gereğidir. Toplumsal hayata ilişkin yapıp etmelerinin, söylediklerinin bir kısmı, o günün anlayış, değer, kültür, seciye, habitusunun ürünüdür. Oysa bu gün biz, örneğin, bu yaşta çocuk evliliğini “normal” olarak göremiyoruz. Bunun kaynağı Antropolojik olabileceği gibi; ahlak psikolojisindeki değişim-gelişim de olabilir. Onun hadis mecmualarında toplanmış yapıp etmelerini ve sözlerini “ölçü/sünnet” olarak almanın yüzlerce örneği, bugün Türkiye’de ve İslam dünyasında “ibretlik” manzaralar doğuruyor(“sidik-i şerif”, “sümük-ü şerif”, “misvak”, “taş ile taharet” … örnek olarak verilebilir)
Kur’an, Hz. İbrahim’i Hz. Muhammed ve beraberinde olanlar için ahlaki-dini bir “örnek(usve)” olarak gösterir(60/4,6). Hz. Muhammed’i de müminlere örnek olarak gösterir(33/21). Şimdi Hz. İbrahim’in Hz. Muhammed ve etrafında olanlar için “örnek”liği, onun Tevhit mücadelesinde ortaya koyduğu en genel duruştur; yoksa onun günlük yapıp etmeleri ve sözleri değildir. Hz. Muhammed’in kendinden sonra gelenlere dürüstlük, merhamet ve adalet konularında örnekliği, böyle genel ahlaki-dini bir tutum/duruş/tavır olmalı. Yoksa onun Arap olarak veya Peygamber olarak yaşadığı toplum için rol modelliği, kanun koyuculuğu, komutanlığı ve kadılığının… pratikleri değil. Ölçü/Model, diğer insanlara sadece taklit/yansılama yetkisi verirken; örneklik, örnek olunanları özgürce, insiyatif alarak, içtihat ederek işin içine sokar. Ölçüde adım adım “izleme” varken; örneklikte yöndeşlik, gaye-amaç birlikteliği söz konusudur.