18 Ocak 2009
Son örnekleri Holocaust, Hiroşima, Cezayir, Bosna, Sabra-Şatilla, Gazze… Özetle, Makyavalist politik felsefede veya reel politikte, insan olmakla hayvan olmanın sınırı oldukça belirsizleşti
1- Kültürel arkaplan: Kahraman insan, kültür ve prototip
İnsanlığın, tarihi süreç içinde üretmiş olduğu kültür ve kişiliğin ya da “ruh”un, birbirinin yerini ritmik olarak alan ana prototiplerini uyumlu (Çin), kahraman (Yunan, Roma, Modern Batı), zahit (Hind) ve mesihçi (Hıristiyanlık/İslam) şeklinde tasnif eden ünlü Alman tarih felsefecisi Walter Schubart, “kahraman” ruh, kültür, kişilik veya prototipi (medeniyet) şöyle tasvir eder: “Kahraman insan, dünyayla barışçıl olarak geçinmez; … benlik gururu ve güç tutkusuyla doludur. Bu insan, gözlerini yukarıya kaldırıp gökyüzüne saygıyla bakmaz; tersine, güç/egemenlik tutkusu ve gururla dolu olduğu için aşağıya doğru düşman ve kıskanç gözlerle yeryüzüne bakar. Tanrı’dan gitgide daha da uzaklaşır ve deneysel şeylerin dünyasına gitgide daha çok gömülür. Laikleşme onun kaderidir; Kahramanlık, başlıca yaşam-duygusu; trajedya ise sonu/amacı. Promethus gibi, kahraman insan her güce ve tanrıya meydan okur. Etkindir, gergindir ve alabildiğine enerjiktir. Roma, gücünün doruğunda kendini böyle hissettirmiştir. 16. yüzyıldan sonraki Germen Roma Batısında da (Avrupa) bu prototip egemen olmuştur; son dört yüzyılın Prometouscu Batı kültürü ve insanı bu prototipin iyi bir örneğidir”. (Sorokin, Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri, 1972, s 117) Bilgi kaynağı olarak beş duyu ve akıl, değer ölçü olarak da “hazz”ın esas olduğu bu prototipe Sorokin “duyumcul” üst-sistem adını verir. Bütün bir yeniçağ boyunca, (felsefe, bilim, sanat, ekonomi, siyaset, hukuk vs. alanlarında) bu prototipi işledi, inceltti ve en son olarak politik ve ekonomik düzlemde liberal/kapitalist sistem olarak yapılaştırdı. Adına Rönesans, Aydınlanma, Modernite vs. denen şey, bir anlamda budur. Nietzsche, bu dönemi Tanrının ölümü ve güç istenci olarak felsefileştirdi. Machiavelli, siyaset felsefesinde yöneticilere (Prens) geleneksel ahlaka bağlı kalma yerine, ne pahasına olursa olsun başarılı (iktidar olma/iktidarda kalma) olmayı önerdi. En önemlisi, MacIntyre’ın teşhis ettiği gibi, bu döneme kadar egemen olan “Teleolojik= Gayeci” (Aristo, Hıristiyanlık, İslam, Budizm…) ahlak teorileri yerine, “Duygucu” ahlak teorileri (Moor, Hobbes, Mill) ikame edildi. (Pragmatizm, Faydacılık, Nihilizm…)
Fromm’un tespit ettiği gibi, bu teorilerin yarattığı sosyal karakter ise, “olmak” yerine “sahip olma”yı tercih eden sömürücü, istifci vs. insan tipleri oldu. Batı’nın son dört yüzyıldır yeryüzünde girişmiş olduğu kolonyalizm/emperyalizm, iki dünya savaşı ve Faşizm-Stalinizm bunun ifadesidir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra geliştirilen demokrasi, insan hakları, hukuk devleti ve BM, AB gibi kavram, kurum ve yapılar, çatışmanın/savaşın doruğunda yorgun düşmekten dolayı kurulmuş iç dengenin geçici ifadeleridir.
2- Bir ‘kahraman’lık örneği olarak siyonizm ve İsrail
Ortaçağda (İspanya, Fransa) Hıristiyan bağnazlığı, modern dönemde ise Avrupa merkezli ırkçılığın yarattığı anti-semitizm ile Avrupa’da itilip kakılan Yahudileri, İngiliz emperyalizmi, Avrupa’dan temizleyerek I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’dan gasp ettikleri Filistin’e yerleştirmeyi planladı. Yahudiler de zaten bu ulus-devlet fikrinin (Siyonizm) peşindeydi. Özü itibarıyla kahraman prototipe uyumlu olan “Siyonizm”e dinsel/teolojik bir kök de eklendi: Tanrıyı (Yahwe) kendi ırkına has kılma bönlüğü yanında, seçilmiş ırk olma faşizmi ve “Arz-ı Mevud” dogması. Alman faşizmi döneminde Yahudilerin maruz kaldığı “Holocaust”tan sonra İsrail’e göç hızlandı. Nüfus artarken, İsrail de 1948’deki topraklarını gasp ile 4-5 kat artırdı. İnsanlığın gözü önünde “çalıntı topraklar” ile Amerika’ya benzer bir ülke-devlet icad edildi… Avrupa’da yaşadıkları müddetçe sürekli şiddete maruz kalan Yahudiler, Kahraman prototipin (Seküler Siyonizm) karakterine ek olarak, uğradıkları sürekli şiddetin psikolojik sonuçları, benliklerinde geri döndü ve acısını Filistinli Araplardan çıkarmaya başladılar. Bu gerçek, basit olarak çocukluğunda şiddete maruz kalan insanların, büyüdüğünde kolayca gangster/katil olmalarında gözlemlenebilir.
3. Birleş(tiril)miş Milletler ve AB’den ne beklenir?
BM, II. Dünya Savaşı galiplerinin elde ettikleri avantajlı güç dengesini devam ettirmek için kurdukları bir müessesedir. Bu kurumun, sanki insanlığın vicdanı olduğunu sananların aklına şaşarım. Evrensel insan sorumlulukları, teleolojik ahlakın tasfiyesi ile birlikte daha önce tasfiye edilmişti veya gözden düşmüştü. Dolayısıyla insanlığın vicdanının kurumsallaşabileceği ahlakî/metafizik (felsefi) zemin kayboldu.
Kahraman prototip, en büyük ideali olan özgürlüğü , “kendisi-için” insan olarak algıladığından (Levinas); ancak ‘haklar’dan bahsedebilir. Sorumluluklardan bahis açamaz. Çünkü, temelde dinlerin ve Aristocu teleolojik ahlakın gereği olan sorumluluk, “öteki”ni kendi olmanın bir önkoşulu olarak koyar. Bu bağlamda AB, sözünü ettiğimiz “kendisi -için” insan anlayışının ekonomik, kültürel ve politik düzlemdeki ifadesi/örgütlenmesidir. Özetle, “uluslararası” kuruluşlardan insanlık trajedilerine medet umanların, beklentilerinin sonuçsuz kalması boşuna değildir. İki dünya savaşını başlatan, devam ettiren ve bitiren (teslim alan/olan) kültür ve kişilik, Avrupa’da 1945’ten itibaren demlenirken, ABD’nin “operasyon”ları, AB’nin göz yummaları ve ABD’nin desteğindeki İsrail’in sürekli saldırılarıyla hâlâ devam ediyor. Evrensel(!) “insan hakları”da, beyaz-Batılı insanın savaşarak devletine karşı elde ettiği haklar(çıkarlar)dır. Bazılarının sandığı gibi, devletlerin dış politikalarını bağlayan/belirleyen evrensel insan sorumlulukları (ahlak ilkeleri) değil. Teleolojiyi (tanrı, din, toplum, gelenek) reddettikten sonra, insanın doğuştan dokunulmaz ve onur sahibi olduğu (Kant) kerameti kendinden menkul totolojisi, dikiş tutturamıyor. Son örnekleri Holocaust, Hiroşima, Cezayir, Bosna, Sabra-Şatilla, Gazze… Özetle, Makyavalist politik felsefede veya reel politikte, insan olmakla hayvan olmanın sınırı oldukça belirsizleşti. Antilopları avlayan aslanlar ile, Filistinlileri avlayan İsrailliler, Arapları avlayan Amerikalılar, Boşnakları avlayan Sırplar arasındaki farkı biri bana izah etsin; ikincilerin dik yürüyen, alyanaklı, konuşan vs. olmasından başka. Ancak “insan” olanların/kalanların kanı donuyor, boğazı tıkanıyor, vicdanı kanıyor, sözü bitiyor, utanıyor… yaşanan bu vahşet, hunharlık, canavarlık ve canilikler karşısında.
4- Gazze katliamı ve Arap-İslam dünyası
Irk, renk ve dile dayanan kabile ve millet olgusu, Allah’ın rahmetinin bir işareti(ayet)dir(30/22). İnsanlar, ancak bu şekilde birbirlerine karşı ünsiyet, sempati, şefkat, dayanışma gösterek hayatta kalabilirler; kendilerini saldırılara karşı koruyabilirler. Bu katliam karşısında ‘Arap Birliği’nin gösterdiği tavır, bu rahmet ve şefkat duygusunun yönetim katında uğradığı dekadansı gösteriyor. Buna mukabil, halkların acı çektiğini görüyoruz.
Müslümanlığa gelince, İslam, insanları Tanrı’ya ve hemcinslerine karşı sorumlu tutmanın adıdır. Allah: “Size ne oldu da Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi, (egemenleri) zalim olan bu topraklardan kurtar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!’ diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz.” (4/75) diyor. Bugünkü Müslümanlar ise, bu çağrıya uymanın ne yeterli manevi (iman/sorumluluk) ne de maddi (politik müdahale) gücüne sahipler. Allah, Müslümanları ‘İnsanlık için çıkarılmış en hayırlı(sorumlu)toplum’ (3/110) olarak görüyor. İnsanlığı ve mazlumları korumak (mazlumun dini sorulmaz), bir “emanet” olarak Müslümanlara tevdi edilmişti. Bugün ise, bırakın evrensel sorumluluğu, kendimizi koruyamıyoruz. Bütün insanlık ise yalana (kahraman kültür) ve Nietzsche’nin kavramsallaştırmasıyla “sarışın yabanıllara” teslim.