12.7.2016
Siyaset, insan topluluklarının var kalma, av olmama(bazılarının avlanma), güvenlik sorunlarını sürekli tartarak anlık kararlar alma ve bunları yürütme faaliyetidir. İktisat, bir toplumun aç kalmaması, iaşesini ve refahını temin etmek için giriştiği üretim, ticaret ve icad çıkarma faaliyetleridir. Siyaset, bu işi ya doğrudan halkın aktif katılımı ile yapar; ya da, sorumluluğu bir kişiye(diktatör, kral, sultan, halife, monark…) verir veya temsili demokrasilerde olduğu gibi milletvekillerine ve parlamentoya tevdi eder. Temsili demokrasilerde halkın karar alma süreçlerinden uzaklaşmasından dolayı, Avrupa’da Sosyal Demokrasi, Radikal Demokrasi, Liberal Demokrasi, Yerel Demokrasi ve STK’ların yetkilendirilmesi fikriyatı ve uygulamaları gelişti. Yönetim kavramı, “yönetişim” kavramı ile yer değiştirdi. Yani, karar alma süreçlerine STK’ları ve muhalefeti de belli ölçülerde dahil etme. Güç istenci, içgüdü ve kesin irade/inancın ürünü olan totaliter rejimlerin yarattığı yıkımlardan sonra Avrupa ve Amerika, politik gücü dağıtan, onu sınırlayan ve dengeleyen çoğul yapılara evrildi.
Avrupa, mümkün olan oranda farklı toplumsal kesimlerin çıkarlarını aynı anda dengelemeye ve farklı ideolojiler arasında muhtemel uzlaşılar/icmalar aramaya doğru giderken; Türkiye’de son on beş yıllık iktidar, kör-topal işletmeye çalıştığı temsili/sandık demokrasisinden totaliterliğe/tek adamlığa doğru gitmeye yöneldi. Demokrasi, insanlar için siyaseten doğru-yanlış olanın ne olduğunu tek kişinin iki dudağı arasına terk eden totaliter rejimlerin aksine; karar alma süreçlerinde farklı toplumsal kesimlerin ve ideolojik odakların mümkün olan oranda konsensüsünü aramaya ve bulmaya çalışan rejimin adıdır. İnsanın en temel vasfı olan konuşarak uzlaşma kapasitesine dayanır(insanlar, konuşa konuşa anlaşır; hayvanlar koklaşa, koklaşa).
Medeni olmanın ölçüsü de, insanların aralarındaki ortak paydalar alabildiğine az olmasına rağmen, ortak hareket edebilme/uzlaşma(icma/konsensüs) kabiliyetleridir. Kaba, barbar ve ilkelliğimizin faturasını, demokrasiye “nakîse” olarak kesmek, yine ilkelliktir.
Demokrasi, bir koronun farklı müzik enstrümanları kullanması ve üyelerin her birinin sözlü icraya katıldığı bir performanstır. Totaliter rejim ise, sesinin güzelliğinden veya çirkinliğinden emin olmadığımız bir kişinin sürekli solo icrada bulunmasıdır.
Saltanatı/tek adamlığı savunanlar, karar alma süreçlerinin uzamasından doğan sabırsızlığı ve fırsat kaçırmaları ileri sürerler: “Çift başlılık”, “Çok başlılık”, “Her kafadan bir ses”, “Çatal kazık kolay çakılmaz” vs. Bu doğrudur. Ancak bu yaklaşım, toplumun tümünü ilgilendiren siyasal kararın alınmasının ortak akıldan, kurumsal akıldan(42/38), tek kişiye indirmenin doğurduğu yanlışlık riskini hesaba katmamaktadır. “Yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı; her ikisi de fesada uğrardı”(21/22) ayetini delil getirerek, Allah’ın/İslam’ın politik sisteminin Tevhit inancına dayalı olarak tek adam(Halife, Emirelmüminun, Sultan, Padişah…) olması gerektiğini savunanlar, fena halde yanılmaktadır. Siyasette Kur’an’ın yukardaki ayette çoklu aklı; ortak aklı(şura) tavsiye etmesi bir tarafa; Batı toplumları, kendini Tanrı yerine koyan totaliter rejimlerin sebebiyet verdiği korkunç yıkımlar ve insan harcamalarından sonra politik alanda “Şirk”in ve “Müşrik” olmanın faziletlerini keşfetmiştir.
Bir kişinin yanılması çok kişinin yanılmasından çok daha kolaydır. Halkımız “Acele işe şeytan karışır.” “Acele giden; ecele gider” “’Geç geldi’ desinler; ‘geçmiş olsun’ demesinler” sözleri özerinde konsensüs sağlamıştır. Hızlı(tek adam) kararlar ile ülkemizi ve toplumumuzu götürmek istediğimiz “yer”, toplumun tümünün arzuladığı yer olmayabileceği gibi; arzulayanların da mutlak olarak “doğru” arzuladığı söylenemez. Dolayısıyla parçalı, kırçıl, yamalı, bölük pörçük… gitmek, daha az yanlış, vahşet, skandal, işkence, ölüm, baskı…üretir.
% 51’in(çoğunluğun) “yönetme” yetkisini alması, modern demokrasilerde ülkenin/devletin ekonomik imkânlarını kendi yoksul-taraftarlarına peşkeş çekme ve ülkeyi katı ideolojik kalıplarının içine sokmaya çalışma anlamına gelmiyor. Cumhuriyetimizin tarihi, bundan ibaret. İki binli yıllara kadar Türkiye’de Askeri vesayet rejimi vardı. Ordu, devrimin ideolojik bekçiliğini yapıyordu. İki binlerin başından itibaren 2010’lara kadar bu durum değişti. Daha demokratik bir hale geldik. Ancak, bu tarihlerden itibaren, tersinden bir tek parti/tek adam özlemi oluşmaya başladı. Sünni-muhafazakâr türk-gayri türk %51, seküler, alevi ve kürtlerden oluşan diğer yüzde elli üzerinde bir kişi aracılığı ile “yönetme” yetkisini kullanmaya çalışıyor.
Türkiye’de kültür devriminin yapılmış olması, Muhafazakâr siyaseti sosyolojik olarak % 70’e; seküler siyaseti ise, %30 lara “tarihsel blok” olarak kitlemiştir. Bu yapılar kolay çözülmüyor. Her iki kesimde de siyaset yapmak için ağız ile kuş tutmak gerekmiyor; bariz söylem hatası yapma; oylar, geliyor. MHP, %10-%20 bandında seküler kesim ile muhafazakâr kesim arasında geçişkenliği sağlar.
Son on beş yıldır muhafazakâr sağ, iktidara kitlenmiş durumda. Kürt, alevi ve seküler kesimler, hem devletten menfaat temin edememe; hem de ideolojik olarak iktidarın topluma şekil verme çabalarından dolayı iç toplumsal barış, hayli sarsılmış durumda. Daha fazla zorlanması, toplumu bir iç savaşa götürebilir. Benim tavsiyem, iktidarın tek parti-tek adam heveskârlığı yerine sosyal, radikal, liberal, yerel demokrasiye doğru toplumu rahatlatması ve STK’ların sesine gerektiğinde kulak vererek yönetişime itibar etmesidir. Siyaset ve Devlet, Tanrının “Rahman” sıfatının tecellisidir. Rahmaniyetteki adalet ve eşitliği ciddiyetle görmek gerekiyor. Diğer türlü, siyaset ve devlet, zulüm yapmanın aracına dönüşür. Sevap kazanayım derken; günah kazanırsınız. Siyasette hesap verme mercii, millet/halk ve Anayasal hukuki kurumlardır. “Biz, yalnız Allaha’ a hesap veririz” sözü, dinsel totalitarizme inanan birinin sözü olabilir.
Muhafazakârlık, Ak Parti tabanına dini-kültürel “sahihlik” inancı/hissi verirken; İslamcılık, Ak Parti’nin liderine dogmatik kesinlik cesareti veriyor(“Hayatta en hakiki mürşit, Peygamberdir/dindir”). Her iki durumda da dinsel “Hakikat”in cepte olduğu vehminden kurtulmak için, Ziya Gökalp’ın şu dizesini unutmamak gerekir: “Ahlak yolu(Din yolu da; İG) pek dardır/Tetik bas, önü yardır.” Hoş, bu tutum, bu coğrafyanın genel hastalığı olduğu için; daha önceleri de Seküler karizmatik liderimize(M.K. Atatürk) aynı kesinlik ve hakikate(“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir”) kani idi. Kültürel “devrim”leri bu cesaret ile yaptı. Ben şahsen, İngiliz tarzı parça parça, yırtık-yamalı, kırçıl “ıslahat”ı tercih ederim. Sayın cumhurbaşkanımız, Atatürk’e mi özeniyor? Veya ikinci Atatürk olmak mı istiyor? Tabanı istese de; ahlaken ve aklen hiç tavsiye etmem.