Türkiye: Politikada Kurumlaşmadan Kişi Kültüne (Saltanat-Hilafet) Dönüş-Düşüş

1.9.2018

Hilafet-Saltanat(Osmanlı) ve Tek Parti-Tek Adam(Atatürk) rejiminden gelen Türkiye, 1950’lerden itibaren Demokrasiye ve çoğulculuğa geçmeye başladı. Parlamenter Demokrasiyi kör-topal kurmaya çalıştık: Kuvvetler(Yasama-Yürütme-Yargı) ayrılığı; Ordu, Üniversite, Diyanet, Polis, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, Barolar, Ticaret odaları, Dernekler, Vakıflar… Devleti “kurum”lar ile yönetmenin mantığı-maslahatı, kurumların tecrübe birikimi, işlevsellik, hukuk, gelenek, ortak akıl, racon, konsensüs ve sofistikasyon/uzmanlaşmadır. ABD ve AB, birer kurumlar toplamıdır.

Avrupa, geçen yüzyıllarda siyasette tek-adamlık ve tek partililiğin(Kilise-Krallık-Komünizm-Faşizm) doğurduğu sorunları yaşadıktan sonra, kurumsal yönetimin faziletini keşfetti. Kurumların konsensüsü, sorumluluğu, eş-güdümü, senkronizasyonu olarak “Yönetim/Siyaset” veya “Devlet”, Avrupa’nın icadıdır: Demokrasi-Hukuk Devleti-Laiklik. Biz, bu yolda kör-topal ilerlerken; iki binlerin başından itibaren tedrici olarak, 2010’dan itibaren de hızlı bir şekilde Muhafazakâr Ak Partisi ve onun lideri sayın Recep Tayyip Erdoğan ile tekrar geriye(Saltanat-Hilafet) dönerek tek adamlığa(Karizma-Lider/Saltanat-Hilafet) işi bağladık. Kurumlaşma(Demokrasi-Hukuk Devleti-Laiklik) doğrultusunda zor mesafe alırken(istikrarsızlık-vesayet rejimi); yılgınlığa kapılıp tekrar başa(saltanat-hilafet-tek parti) geri döndük. Sayın Erdoğan, karizması-kararlılığı/gücü ile önce partiyi ele geçirdi; partide politika yapan arkadaşları, bu süreci durdurmaya yürekleri yetmedi. Liderin, kendilerini kullanıp dışarı atmasına-diskalifiye etmesine göz yumdular; sineye çektiler. Kendilerini ona ortak koşamadılar(şirk). “Rabia”mız, giderek CHP’nin kuruluş yıllarındaki “Altı Ok” a dönüştü(Amentü):Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek lider, tek ses.

Sayın Başkanın kendinin deyimi/yorumu ile: “Cenab-ı Allah’ın bir lütfu” olan 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, tüm devlet kurumlarını kendine bağladı. Partiyi ve devleti “sahip”lendi. Şimdi, her şey ona “bağlı”. Konuşmaya başlarken: “Benim bakanım, benim devletim, benim milletim, benim ordum…” ifadeleri, bu gerçeği ifade eder. O, Türkiye devletini ve Türk milletini aynı ile “temsil” ettiğine inanıyor. “Temsil”, bir kişinin veya nesnenin, kendi dışındaki bir toplumun veya bütünün aynı ile(ontolojik ve etik olarak) yerine geçmesidir; onunla aynileşmesidir.

Türkiye’yi Başkan’dan, Başkan’ı Türkiye’den ayırmak, ayrı düşünmek imkânsız hale geldi. Kurumların başına atadığı kişiler(bakan-bürokrat-milletvekili) aracılığı ile kurumları kendisi yönetiyor. Ne partide, ne de devlette -“sadakat” ilkesine göre atadığı- hiçbir kimsenin, kendine ait bir özgül ağırlığı, inisiyatifi/iradesi, görüşü, özgürlüğü veya onuru/gönenci yoktur. Ancak, kendilerine verilen direktifleri yerine getiriyorlar(kurşun asker). Her iki bünye de(parti ve devlet) bir vücut gibi çalışıyor. Vücudun kalbi veya beyni, sayın Erdoğan’dır. Bir AK partilinin söylediği: “Vücutta bir organ(Kalp-Bayin) vardır/Gerisi teferruat; Gemide bir kaptan vardır/Gerisi mürettebat.”  şeklindeki dörtlük, bu gerçeği ifade eder.

Devlet yönetiminde bu yolun(samimiyet ile içine girilse de) çok tehlikeli olduğuna inanıyorum. Ameller, niyetlere göre olduğu kadar; sonuçlarına göredir de(innemel umuru, bilhavatım). Yetkileri, kurumlar yolu ile kullanma yerine, tek-elleştirmenin, tek-iradeleştirmenin bazı sakıncaları şöyledir:

  1. Psikanalizdeki “Bireysel Bilinçdışı”nın bilinemezliği teorisi gereğince: “politik bir lider, güttüğü politikanın ve aldığı kararların temelinde vatanseverlik duygusu ve yurduna hizmet sorumluluğu gibi yüce ülkülerin yattığına içtenlikle inanmasına karşın; gerçekte kendine onur sağlamak amacıyla böyle davranıyor olabilir.”(Erich Fromm, Çağımız Özgürlük Sorunları. Çev: B. Güvenç. İst.s 111)
  2. Bu yol, işlerin hızlanması ve istikrar yaratmış olsa da; örgütlü akla karşı tek aklın kararının büyük riskini taşıdığı ortadadır.
  3. Geçmişte olduğu gibi FETÖ, PKK, Obama ve Ahmet(Davutoğlu), sayın Erdoğan’ı kandırmayı başarmışlardır. Bu kandırılmaların, ülkemize neye mal olduğu ortadadır. Bu yol, basit olarak “Bütün yumurtaların aynı sepete konulması” dır.
  4. Bu yol, halkın, -kurnazlıkla- politik-ahlaki sorumluluktan, eleştiriden, inisiyatif almadan kaçmasıdır.
  5. Bu yolun oto-sansür veya otoriter sansür yaratma ihtimali yüksektir. Eleştiri, ihanet olarak algılanır.
  6. Kurumların yaratıcı-canlılığı/farklılığı ortadan kalkarak giderek bir sığlaşma-standartlaşma-düşüş meydana gelir(hizalanma-hizaya gelme/girme).
  7. Politik liderin karizması, yanındaki danışmanların, düşündükleri hakikati onun yüzüne söyleme cesareti yerine; ağzına bakmaya ve onun duymak istediklerini söylemeye iter.
  8. “Sadakat” ile yalakalık-kölelik psikolojileri kolayca birbirinden ayrılacak hususlar değildir.
  9. Bu yol, Sünnilikteki “Zıllullah” ve “Baş, başa bağlıdır; baş da, Allah’a bağlıdır” ifadelerinde olduğu gibi, “Teokratik(Hilafet)” bir içerik taşır.
  10. Bu yol(dini sahihlik-hakikat kesinliği), politik olarak kolayca bölücülük(biz-onlar, dost-düşman, dinli-dinsiz, mümin-kafir, vatansever-vatan haini…) yaratır. Bunun alternatifi, “Rahmani Siyaset/Laiklik”tir.
  11. Bu yol, iktidarın “kökleşmesi”ni doğurarak, muhalefet ile “yer değiştirmeyi(demokrasi)” zorlaştırır.

Bu saydıklarım, bu yolun tehlikeleridir. Bire bir böyledir demiyorum. Benden söylemesi.