23.2.2016
Aristo, insanı ”akıllı-konuşan hayvan” olarak tanımlarken yüklemini “Hayvan”; sıfatını da, akıl ve konuşma olarak belirledi. Münezzeh bir Tanrı, Denenme ve Ahiret kavramlarından yoksun bir insan için normal bir tanımdır. İbrahimî Monoteist din(İslam)da insanın ayırt edici vasfı: “iyilik ve kötülüğün ne olduğunu bilme kapasitesi”(91/7-10)dir. Akıl, diğer hayvanlar ile paylaştığımız bir kapasitemizdir: “Yeryüzünde gezen ve gökyüzünde uçan her hayvan topluluğu, sizin gibi bir topluluktur.”(6/38) Onlar ile aramızda akıl açısından derece farkı vardır. İnsanı hayvanlardan ayıran özellik, onun “vicdan” sahibi oluşu, sorumluluk bilinci ve hemcinsine karşı duyabileceği merhamet ve adalet hissidir. Tanrı’dan insana üflenen “ruh”un(15/29) bu kapasite olduğu gayet açıktır. İdeal uygarlık veya “medenilik” de insanın yaratıcılığı ile birlikte bu ikinci yanıdır. İkinci yandan yoksun insanlık, hemcinsine karşı hayvandan da aşağı bir kötülük odağı haline gelebilir.
Suriye iç savaşında Esad’ın halkına karşı işlediği zulümler, onun insanlıktan nasibinin olmadığını gösterdi. Onu destekleyen Çin, Rusya ve İran’ın da insanlıktan nasiplerinin olmadığını ortaya koydu. Katliam ve göç olarak devam eden bu krize ‘Birleşmiş Milletler’in bir çözüm bulamaması, insanlığın ahlaki krizinin somut bir ifadesidir. Bu duruma ses çıkarmayan, tam tersi seyirci olan ABD ve AB’nin de vicdansız olduğu açığa çıkmış oldu. Batılılaşmış doğu olarak Rusya ve Batı’nın petrol-doğalgaz kaynaklarını kontrol etmek için Suriye halkının üzerine bomba yağdırmaları, Kapitalizmin insanlığı ne hale getirdiğinin resmidir. İran ve Türkiye Dini-Ulus-devletlerinin hegemonyalarını genişletmek için dini/mezhebi unsurları kullandılar. İran, “kazanç(!)”lı görünüyor; bizimkiler ise, “Dimyata pirince giderken; evdeki bulgur(iç güvenlik)dan oldular”.
Hükümetin Suriye politikası, ta baştan itibaren yanlış olmasına rağmen; bu trajedi esnasında vicdanın sadece Sünni Müslümanlarda ve Türklerde olduğu da ortaya çıktı. Çünkü, mültecilere onlar kapılarını sonuna kadar açtı ve Esad’ın arkasında durmadı. Kilis halkı, insanlığın yüz akıdır; bu insanlar, ahlak kahramanlarıdır. Global düzlemde/küresel ölçekte baktığımızda, siyasetin yamyamlar dansı, kurtlar sofrası olduğu gayet açık. BM, İkinci Dünya savaşı galiplerinin kendi siyasi ve ekonomik hegemonyalarını kurmanın ve sürdürmenin bir aparatı durumunda. Kralın çıplak olduğunu, “Dünyanın beşten büyük olduğunu”, Sünni Müslüman, Türk bir politikacı dile getirebildi. Vicdanının sesini duyabilen ve bunu açıkça dile getirebilen başka bir politik lider yoktur. Toprağı bol olsun, -Allah, neden rahmet etmesin ki?- bir de Katolik Hıristiyan, Hugo Chavez vardı.
Taliban, El-Kaide, Hamas, Çeçen Direnişi, İŞİD, Eş-Şebab, Boko-Haram, ÖSO… bu örgütler birer semptom ve sonuç olarak Filistin’in, Afganistan’ın, Irak’ın, Suriye’nin, Somali’nin, Nijerya’nın bilfiil işgali veya zenginliklerinin, kaynaklarının çalınmasına; Ebu Gureyb ve Guantanamo işkence hanelerine karşı Sünni Müslüman izzet-i nefsinin “Alla-u Ekber” nidası ile patlamasıdır. Kapitalizm tarafından ezilen, aşağılanan kitlelerin öfkesinin ölçüsüz taşmasıdır. Selefi oluşlarının anlamı, imanlarının canlı ve yorum konusundaki cehaletlerinin ifadesidir; tıpkı Haricilerde olduğu gibi. Hizbullah, önceleri, İsrail’in işgallerine karşı Şii-İslami öfkesinin haklı patlaması iken; İran’ın derin(Pers/Fars) politikalarına alet olduktan sonra, Suriye’de şu anda içinde bulunduğu saf(Rusya-Esed) ibret vericidir.
“Terör” konusunda konuşan ahlak vaizleri, bir insanın kendini patlatmadaki barbarlığını gördükleri gibi; o insanı bu duruma sürükleyen çaresizliği, kini, öfkeyi yaratan esas barbarlığı da görmelidirler. Diğer türlü alçaklık yapmış olurlar.