İslam’ın doğuş aşamasında şirk(çok tanrıcılık)’e karşı Kur’an’da Tanrı’nın tekliğinin(Vahdet-Tevhit) vurgulanması, bir “Dünya-görüşü” olarak da İslam’ın Kelamda(Kadercilik), Tasavvufta teo-ontolojik (Vahdet-i vücut) ve politikada da “tekçi-totaliter(saltanat-hilafet)” bir anlayışın doğmasına vesile kılınmıştır. Her üç düzlemde de bu, tamamen yanlış bir anlayıştır. Şöyle ki, ontolojik düzlemde varlık halik-mahluk, varlık-oluş, cevher-araz, sabit-değişken, tanecik-dalga, aynı-fark, ruh-beden, kadın-erkek… ikilemine/diyalektiğine dayanır. Ahlaki düzlemde ise hak-batıl, iman-küfür,tevhit-şirk, adalet-zulüm, hayır-şer, husun-kubuh, islah-fesat, dünya-ahiret… ikilemine dayanır. Politik düzlemde ise hakikat/otorite-meşruiyet, şura ve icma aparatları ile aranır.
Tasavvufta “vahdet-i vücut” teo-ontolojik anlayışı, her şeyi Tanrının tecellisi-tezahürü olarak gördüğü için, insan özgürlüğü ve sorumluluğu ortadan kaldırdığı gibi, yukarda değindiğimiz ahlaki düzlemdeki ikili gerilimi de tümüyle ortadan kaldırır. Kelamda(Eşarilik) ortaya konan Tanrı’nın iradesi ve insan ile ilişkisi teorisi(Kesp) de, insanın özgür iradesini, Tanrı’nın iradesi içinde-altında yok ederek,eriterek tekçi-totaliter bir anlayış ortaya koymuştur(Cebr-Kader). Bu görüşlerin politikaya yansıması, tarih boyunca devleti veya onun temsilcisi olarak sultanı, halifeyi, bu alanda tek-totaliter bir figüre dönüştürmüştür.
Çağdaş İslami hareketlerde dile getirilen “Tevhidî Görüş” kavramı, özellikle politik ve hukuki imaları bakımından “tekçi-totaliter” bir tutum barındırmaktadır. Politik alan, Kur’an’da “şura” kavramı ile toplumun iştirakını(ahlaki sorumluluk) yani “şirk”i önerdiği halde; bu hareketler, “Harici” bir mantık ile kendi iradelerini hayatın değişik alanlarında Tanrının iradesi ile aynılaştırarak totaliter bir tutum sergilemektedirler. Mevdudi’nin “Dört Terim”, S.Kutup’un “Yoldaki İşaretler” adlı eserleri, bu bakış açısının teolojik-politik teorisini yansıtmaktadır. Yine İ.R.Farukî’nin “Tevhit” adlı çalışması da bu bakış açısını yansıtır. İran devrimi, İhvan-ı Müslim, Taliban, El-Kaide, İŞİD, FETÖ…, bu tutumun tipik politik tezahürleridir.
Türkiye’de gelişen politik İslami hareketin(Milli Görüş) politik söylemi, tarihsel-politik koşulların da etkisi ile(askeri vesayet rejimi) “tekçi-totaliter” olmamıştır. İki binli yıllardan sonra evirildiği “AK Partisi” süreci de, totaliter-tekçi olmamıştır. Bu kırılma, kendini “Muhafazakâr Demokrat” olarak kodlamıştır. Son yıllarda Ak Partisinin “Rabia” kavramı-işareti/sembolü ile Mısır İhvan-ı Müslimin’in trajik sonuna selam çakma/sempati duymaktan kalkıp, sonradan dönüştüğü “Tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan” içeriği ise, iç politikadaki PKK bölücü hareketine karşı bir aksülameldir. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın miting meydanlarında kullandığı “Bir olacağız; iri olacağız; diri olacağız; kardeş olacağız; hep birlikte “Türkiye” olacağız.” slogan-söyle(v)mine gelince, “Bir” olma ideali, politik açıdan demokrasiye, çoğulculuğa yani “şirk”e ters bir ima içeriyor gibidir. “İri” olma ideali, ekonomik büyümeyi ifade ediyor; “Diri” olma ideali de, ülke-millet olarak canlılığı, dinamikliği ifade ediyor. “Kardeş” lik üzerinden “Türkiye” olma ideali ise, sünni-müslüman olma anlamında Türkiye’nin mezhebi ve çoğul politik, kültürel gerçekliği açısından doğru bir tanımlama değildir. “Türkiye” yi politik açıdan ifade edecek tümel yüklem , “kardeşlik” değil; “vatandaşlık” olmalıdır. Çünkü, nüfusun kahir ekseriyeti “sünni-müslüman” olsa da; “kardeş” liğin içeriğini belirlemek dinsel-teolojik ve politik açılardan problemli olduğu gibi; seküler vatandaşlarımız için bir anlam ifade etmiyor olabilir.
Bu partinin kuruluşunda politik itibar, kalibre, kabiliyet, liyakat bakımından birbirine denk beş altı figür olduğu halde, zamanla bunların tümünün elimine edilerek sadece “Reis” in partinin tümüne egemen olduğu bir figür haline gelmesi, yukarda değindiğim sebeplerden dolayı doğru değildir. Parti, organları itibari ile kurumsal, örgütsel, ortak, koordineli bir yapı olmaktan çıkmış; sayın Erdoğan’ın –başı kendisi olduğu- “vücudu” haline gelmiştir. Bu sonuç, ne İslami açıdan, ne de Demokrasi teorisi açısından doğru bir oluşum değildir. Kültür devrimi ile mağdur olmuş, ekonomik açıdan da madun muhafazakâr(%50) kitlenin gür-cesur sesi ve ekonomik güvencesi olması itibari ile bu kenetlenmeyi anlayış ile karşılasak da; Türkiye’nin bütünlüğü(çoğulluğu) ve geleceği açısından uzun vadede sağlıklı bir durum değildir. “Kaht-ı Rical” ,yani güçlü muhalefet veya iktidar alternatifi çıkaramamak, milletler ve devletler için tehlikelidir: “Bir çiçekle yaz gelmez”, “Tek öküzle çift koşulmaz.”