14.3.2017
“Tarafsızlık”, Türkçede aynı konuda birden fazla iddianın/davanın bulunduğu durumlarda taraflarca hakkaniyetine/vicdanına güvenilen/razı olunan bir kişinin “hakem/hâkim” olarak atanarak sorunu çözmesi anlamında ahlaki-hukuki bir kavramdır. İslam hukukunda “Kadı”ların görevi bu idi. Osmanlı’da kurulan “Mezalim Mahkemeleri”nin rolü de budur. İslam toplumlarında “Şeriatın kestiği parmak, acımaz” ifadesi, hukukun bu tarafsızlığını ifade eder. Modern toplumlarda “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesinin geliştirilmesinin esprisi de budur. Yasama ve Yargı, devletin bir parçası olarak tarafsızlığına güvenilmeyen siyasi iktidardan bağımsızlaştırılmak istenmiştir.
Parlamenter Demokratik Rejimlerde siyasette Cumhurbaşkanına, devletin “başı” ve toplumun tümünün “temsilcisi” olarak fazla siyasi yetki verilmeden, hukukta “Hakim”, spor oyunlarında “Hakem”in rolüne benzer bir “rol” verilmiştir.
Türkiye Devleti bir “devrim” ile kurulduğu için, cumhurbaşkanı olarak seçilen kişiler doğal olarak “tarafsız” olamamışlardır. 1980 ihtilaline kadar bu durum devam etmiştir. Ancak ihtilalden sonra Askeri konsey(cunta), hazırlamış oldukları Anayasada cumhurbaşkanına Demokratik Parlamenter rejimlerde rastlanmayan aşırı yetkiler vermişlerdir. Daha sonraları muhafazakâr Ak Parti, parlamentoda çoğunluğu sağlayıp cumhurbaşkanı seçmek istediğinde askeri vesayetli seküler siyasi bürokratik ekip bunu engellemek istedi. Ancak başarılı olamadı ve Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçildi. Daha sonra da Ak Parti, referandumla cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi teklifini hazırladı ve yasa kabul edildi. R. T. Erdoğan, bundan sonra cumhurbaşkanı seçildi. Daha önceden partisinde karizmatik lider olarak sivrilmiş ve partide fiili olarak bütün yetkileri ele almış olan sayın cumhurbaşkanımız, seçildikten sonra yasal yetkilerini sonuna kadar kullanan ve yer yer bu yetkileri aşan bir performans ortaya koydu. Şimdi de bu yetkilerle de yetinmeyerek, “Türk Tipi Cumhurbaşkanlığı” adı altında siyasi iktidarın yetkilerinin neredeyse tümünü cumhurbaşkanına veren yeni bir yapıya geçilmek isteniyor. Cumhurbaşkanı, iktidar partisinin genel başkanı olarak hükümetin başı ve cumhurbaşkanı olacak.
Sayın cumhurbaşkanımız, bazen geçmişteki cumhurbaşkanlarının “tarafsız” olmadıklarını ileri sürerek; bazen de “tarafsız” olmayı pejoratif anlamda fikirsiz, görüşsüz, kaygısız, hatta ahlaksız anlamında: “Ya, insan nasıl tarafsız olur? Karakteri olan kişi nasıl tarafsız olur?” gibi cümleler ile “siyasi taraf” olmayı meşrulaştırmaya çalışıyor. Demokrasilerde siyasi taraflar yani partiler, ideolojik birer kategori olduğu kadar; aynı zamanda ekonomik saikli kategorilerdir. Bunlardan birinin iktidarı ele geçirmesi, eğer hukuk, sivil toplum, Cumhurbaşkanlığı, Anayasa Mahkemesi, Danıştay gibi kurumlar olmazsa, muhalefete büyük haksızlıklar yapabilir. Dünyada bunun onlarca örneği mevcuttur. Modern toplumlar hem etnik olarak hem de ideolojik-dini bağlamda “çoğul” toplumlardır. Saydığımız Anayasal kurumlar “tarafsız” olarak işletilemediği takdirde, çoğunluk olanlar (örneğin: Sünni-Muhafazakâr-Türk), azınlık olanları -vaktiyle azınlık olanların çoğunluğa yaptığı gibi- daha kolay bir şekilde kriminalize edebilir. Türkiye’nin özel macerasından bağımsız olarak Parlamenter Demokratik Rejimlerde Cumhurbaşkanlığı, siyasi “taraflılık”ın yaratabileceği sorunları çözmek için hukuktan etkilenerek objektif-temsili bir makam olarak ihdas edilmek istenmiştir. ABD’de uygulanan “Başkanlık” sisteminde de “Kuvvetler Ayrılığı” prensibi gereği, “Yargı Bağımsızlığı” garantiye alındıktan sonra Başkana yetkiler verilmiştir.
Şimdiki Türkiye pratiğinin özel bir durumu vardır. Seküler demokrasilerden farklı olarak cumhurbaşkanımızın “otoriter” bir kişiliğe sahip olmasının yanında(Karizmatik Lider), bu kişiliğini besleyen “son-kesin hakikat”ı temsil ettiğine inandığımız “İslam” dinin bir yorumuna(Sünnilik) olan kuvvetli(kesin?) bağlılığı gerçeğidir. Bu durum, onun “tarafsız”lığının objektif/hukuki kurumlarla yeterince denetlenemediği takdirde, kendi sübjektif “taraflılığı” veya “tarafsızlığı” ile ciddi sorunlar yaratma potansiyeline sahiptir. “Hobbes’e göre bütün egemenliği yöneticiye teslim eden akit, siyasetin ölümünü onaylar.*”
*(Ernesto Laclu, Yapıbozum, Pragmatizm, Hegemonya. Yapıbozum ve Pragmatizm. Derleyen. Chantal Mouffe. Çev: Tuncay Birkan. İst. 2016. İçinde. s 110)