Türkiye’de “Din” Davasında Dört Düşünce Tarzı

22.3.2018

Türkiye’de bugün birbirinden farklı dört dinî düşünce davası vardır:

1- Türkiye’de sayıları son derece azınlıkta olan ancak, Arap dünyasında nispeten yaygın olup(DAİŞ-SUUD),  Kur’an ve Hadisleri olduğu gibi mutlak kaynak olarak görüp diğer içtihatları reddeden “Selefîler”.

2- Nakşî-Hâlidi Tasavvuf ile mezc olmuş Hanefi-Maturidi “Sünnîlik”.

3- Kur’an’ı “evrensel/mutlak” olarak görüp, diğer kaynaklara karşı eleştirel olan “Evrenselciler.”

4-“Sabit Din Dinamik Şeriatçılar” (Tarihselciler).

Birinci grup; Kur’an ve Hadis metinlerini mutlaklaştırıp/mumyalayıp onlardan aklı, idraki, hikmeti, gerekçeyi, illeti, vicdanı, izanı, maslahatı, zaruratı dışlayıp, bu metinlerdeki hükümleri, bir kere ve bütün zamanlar için, herkese vazedilmiş olarak donduranlardır. “Mevrid-i nasta içtihada mesağ yoktur” diyenlerdir.

İkinci gruptakiler; Kur’an ve Sünnet ile birlikte ulemayı, meşayıhı, evliyayı, mehdileri, gavsları, kutupları, ricalu’l-gaybı, evtadı, abdalı, babayı, dedeyi… Putlaştıranlardır. Buna “Türk Müslümanlığı” da denir. Kadim dinimiz olan “Şamanizm” den bazı izler de taşımaktadır. Caminin yanında Tekke’yi, Dergâh’ı, Mevlevîhâne’yi, Cemevi’ni ibadet mekânına döndüren din anlayışıdır bu. Yatır-Türbe-Ziyaretgâh, Anıt Kabir ve Evliya kültü. Anadolu’da bunun iki damarı vardır: 1-Ahmet Yesevî, Hacı Bektaş-ı Velî, Yunus Emre. 2- Nakşî-Hâlidî ve Mevlevî kol. Sarayda/siyasette İbn Arabi-İbn Sina-Razi-Fuzulî geleneği; esnaf tabakasında ikincisi etkin olmuştur. Birinci damar, Sultan Yavuz’dan sonra budanmış ve kırsal kesimlere-köylere sürülmüştür (Türkmen-Kızılbaş-Tahtacı-Alevi). Hâlidiyye, başından beri siyaset ile iç içe olmuş ve bazen “darbe” teşebbüslerinde de bulunmuştur. Pakistan ve Afganistandaki “Taliban”, bu grubun başka iyi bir prototipidir. Türkiye’de de “Turkish Taliban” diyebileceğimiz tarikat, cemaat veya vakıf-dernek şeklinde örgütlenmiş böyle gruplar –az da olsa- mevcuttur. Kürtler arasında bir dönem örgütlenmiş olan“Hizbullah” grubu da böyleydi. Bunlardan bir tanesi, kendini “Mehdî” olarak lanse ederek etrafına toplayıp beyinlerini yıkadığı elemanları ile az daha 15 Temmuz’da Türkiye’yi batırıyordu. Bunların siyasetteki “tek-adam”cılıkları “Saltanat/Hilafet”; günümüzde ise “Lider/Karizma” olarak yansımaktadır.

Üçüncü gruptakiler; Selefîlerden “Hadis”i dışlayarak ayrılırlar. Bunlara “OnlyKur’an”cılar, “Kur’an İslam’ı”, “Kur’aniyyun” veya “Mealciler” de denir. Yalnız bunların Selefîler’den ayrıldıkları bir husus daha vardır; o da, işlerine gelmeyen veya vicdanlarının kabul etmediği Kur’an ahkâmını lügat veya gramer kuralları ile oynayarak değiştirirler. Yani kıvırırlar. Örneğin, Nisa Suresi’ndeki “kadınlarınızı dövün” (4/34) ibaresine(1400 sene boyunca böyle anlaşılmıştır) gönülleri razı olmadığı için,“da-re-be” fiilinin lügatlerde bulunan otuz anlamından canlarının istediğini verirler. Başka bir örnek, Maide Suresi’ndeki “Kadın ve erkek hırsızların ellerini kesin” (5/38) ayetini yorumlamak için “ka-ta-a” fiilinin anlamlarından istediklerini verirler. Bir tanesi, örneğin, ”bileklerini çizin”; bir diğeri, “hırsızlıktan ellerini çektirin” anlamlarını vermişti. Hz. Aişe’nin evlilik yaşını (9-11) büyütme çabaları da(17) bu minvaldendir. Bunların komiklikleri çoktur.

Dördüncülere gelince; bunlar(Tarihselciler), Kur’an ve Hadis ahkâmını “Sabit Din ve Dinamik Şeriat” ilkesi ile yorumlarlar. Yani bütün peygamberlerin dini tektir, o da İslam’dır(İman-İbadet, Ahlak).Ancak, Şeriatları(ahkâmı) “Ezmanıntağayyuru iletağayyur eder(Nesh).” Sabit din hükümleri, ister ayet ister hadis olsun, fark etmez; evrenseldir. Allah da, Peygamber de, Ulema da “hüküm/şeriat” koyma hakkına(Şari’) sahiptir. Bu hükümler, evrensel olan İslam’ın yani İman(Allah-Ahiret) ve salih amelin(adalet-merhamet) doğrultusunda konulur ve şartların değişmesi ile de “nesh” olunur.  Neshi/tağayyuru/tarihselciliği doğuran saik, insan vicdanının tekâmül etmesi veya bilincinin gelişmesi ile birlikte, toplumsal yapıların-ilişkilerin değişmesidir. Bunlara “Rey Ehli” denir. Mutezile, Hanefîlik, Mâtürîdîlik ve kısmen Mâlikîlik, mantık itibari ile “Dinamik Şeriatçılar”a yakın durur. Ben, bunlara 657 sayılı yasaya bağlı “memur” ehlinin(Hadis Ehli) karşıtı olarak, “Ticaret Ehli” (risk alma anlamında) diyorum. Diğer bir deyimle, merkeze “kablo/telefon” (nass/ayet-hadis) ile bağlı olanların ötesinde olarak, nassı dinleyip dikkate alarak merkeze “tel-siz” ile(vicdan-istihsan-içtihat-tecdit) bağlananlar diyorum. Başka bir benzetme ile bunlar, çocuklar gibi “söz tutma”, “sözden çıkmama” gibi çocuk ehli değil; sözü dinleme ile birlikte, sözün gösterdiği yol(u) tutma, yol vurma, yol yapma, yoldan çıkmama, yolsuzluk yapmama ile sorumlu erişkin/yetişkin ehlidir. Gerçek evrenselciler bunlardır. Bunlar, Allah’ın hüküm değiştirmedeki (şeriat-nesh) esprisini kavramaya çalışarak, aynı espri ile hükümleri tecdit etmeye/update etmeye/yenilemeye/yorumlamaya çalışırlar. Bunlar, dogmatik/taklitçi değildirler. İki temel kural tanırlar: 1-Hasbî olmak, 2- Muhasibî/kritik/eleştirel(kül yutmama, tetikte olma, uykusuz olma) olmak. Yanlış da yapsalar, -Allah’ua’lem- benim kanaatim, Allah, bunlara bir sevap verir.

Dînî aktı, düşünce-duygu ve davranış bütünlüğü(iman ve salih amel) olarak anlayan bu yaklaşım; Kelam disiplininin kılı kırk yaran akılcılığını eleştirdiği gibi, Fukaha’nın “Hile-i Şer’iyye” ve “Kitabına Uydurma”ya varan ahlaktan kopmuş kuru şekilciliğini; Tasavvufun duyguda boğulan (zühd, fena, istiğrak, aşk, vahdet, ittisal, hulul…) dünyasını da eleştirir ve dini epistemolojinin Kur’anî anlamı ile “Tafakkuh-Takva”  etrafında yeniden oluşturulmasını talep eder. Yani bunlar, C.G.Jung’u deyimi ile insan ruhunun dört işlevini(duyu-duygu-düşünce ve sezgi) birlikte kabul ederler. Birine öncelik vermezler. Kur’an’daki kalp, fuad ve lübb kavramları, bu bütünlüğü ifade eder.

Bunlar, Kur’an hitabının canlı Araplara olduğunu, onun -Hz. Nuh’tan Hz. Muhammed’e kadar değişmeyen evrensel “İslam/din mesajının(dinu’l-kayyime-fıtratullah/sünnetullah)- diğer toplumlara iletilmesinin/tebliğ edilmesinin sorumluluğunun Araplara yüklendiğini ifade ederken(2/143; 3/62,110; 6/19);  diğer grupların hepsi, Allah’ın sanki uzayda durup kıyamete kadar yeryüzüne gelecek olan bütün insanlara(YâEyyühennas!) hitap ettiği, yani söz temsili: “Kızım sana söylüyorum; gelinim, sen işit.” tarzında olduğu inancı ile “kendi kendilerine gelin-güveyi olurlar.” Oysa ancak çocuklar, köleler ve askerler için sorumluluk “sözlü” hitaptan doğar. Yetişkinler için sorumluluk hitaptan değil; yazılı veya sözlü ihbardan(haber almadan) ve idrâkten doğar.

Birincilerin kaynakları Kur’an ve Sünnettir. İkincilerin kaynakları, “Edille-i Şer’iyye/Edille-i Erbaa(Kitap-Sünnet-İcma-Kıyas)” ile birlikte “İlham/Bâtın/”dır. Üçüncülerin kaynağı Kurân ve akıldır. Dördüncülerin kaynakları Edille-i Şeriyye’dir, ancak dördüncüsü “Kıyas” değil; istihsan, istıslah, mesalih-i mürsele, istishap, delil ve sezgidir. Yani onlar, Kur’an’ı “ Kelâm-ı Kadîm” olarak veya Hadis’i de ona benzer vahiy olarak, diğer deyim ile aklın “alternatifi” olarak görme yerine; vahyi, Allah’ın insan aklı-vicdanı, insan dili ve insan aracılığı ile insana hitabı; hadisleri de, Hz. Muhammedin kendi içtihatları olarak görürler.

Siyaset alanında, birinciler dogmatik oldukları için totaliter örgüt yapıları kurarlar. Kişi kültü olmayıp “Nass Kültü” olduğu için, Hariciler’de, Suud’da ve DAİŞ’te olduğu gibi, örgütün dogmatik mutlak yorumuna/hakikatine karşı gelen herkesi şiddetle cezalandırırlar. Terör, iç-savaş, totalitarizm, din sömürüsü bu yorumun doğal sonucudur. İkincilerin siyasal muhayyilesi “kişi kültü”dür. Mutlak dini hakikat bir kişide(imam-mehdi-veli-şeyh… tezahür veya tecelli eder. Siyasette ise, saltanat/hilafet olarak aktualleşti. Günümüzde de benzer şekilde lider, karizma, başbuğ, mehdi, şeyh(Şamil)… şekillerinde aktelleşmektedir. Üçüncüler (Evrensel Kur’ancılar) ve dördüncüler(Dinamik Şeriatçılar), “Şûra” ilkesi ile birlikte demokrasiye yakın dururlar. Çünkü şûra, kamusal/politik sorunların ortak sorumluluk/ortak akıl ile kurumsal çözümüdür. Üçüncüler “laik” oldukları halde dördüncüler, ayrıca siyaset, iktisat ve hukuk alanlarını din davasının içinde ve onun ayrılmaz bir parçası olarak görürler. Din-siyaset ilişkisinde tarih boyu ortaya çıkan din istismarı, iç-savaş ve totalitarizmden kaçınmak için de bu alanlardaki dilin –Allah’da/Kur’an ve Hz. Muhammed’de/Hadis olduğu gibi- “aklî-ahlâkî-vicdânî” olmasını savunurlar. Din diline (Allah-Hz. Muhammed-Kur’an-Şeriat-İslam…)başvurulmaması gerektiğini ileri sürüp; siyaseti Rahmaniyyetin bir tecellisi olarak her dinden ve ırktan insana karşı eşit ve adil bir mesafede durulmasını önerirler(Rahmani siyaset-Rahmani laiklik). Çünkü, Tanrı’ya izafeten mutlak hakikatin temellük edildiği inancı(temsil), zorunlu olarak şiddeti doğurmaktadır. Oysa, diyalojik-hermenötik(içtihat) bir gönüllü icma çabası, siyasette şiddeti azaltmanın yegâne yoludur.