Nüfuz Hırsızlığı

18.5.2018

Kamusal otoritesi özel kişilerce suistimal edilebilecek iki tane otorite vardır: 1-Tanrı. 2-Devlet. Tanrı’nın otoritesini, O’nu veya dinini “temsil” iddiasında bulunan “din adamları” istismar ederken; devletin otoritesini, onu temsil eden siyasetçiler ve bürokratlar istismar eder. Kur’an’da Yahudi ve Hristiyan din adamlarının Tanrı’nın otoritesini kötüye kullanarak özel-kişisel çıkar sağlamaları şiddetle eleştirilmiştir: “Hahamlardan ve Rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yolla yiyorlar; insanları Allah’ın yolundan saptırıyorlar; altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek Allah yolunda harcamayanlar için elim bir azabı müjdele…”(9/34). Devlet otoritesini istismar edenlere ise şu uyarıda bulunulur: “Birbirinizin mallarını aranızda haksız yollarla yemeyin. Mallarınızdan, sizi yönetenlere rüşvet olarak vermeyin.”(2/188).

Meşru kazanç miras ve hibenin ötesinde, meslek sahibi olmakla girişilen ticaret, emek ve üretim ile elde edilir. Esas itibari ile ekonomik veya ahlaki bir değerin, “emek” dışında başka bir hak ediş kriteri/gerekçesi yoktur: “İnsan için sadece çalışmasının/emeğinin/amelinin bir karşılığı vardır.” (53/39). Bu emeğin, kafa veya kol emeği olması veya ahlaki-ekonomik olması önemli değildir, fark etmez. Siyasetçiler ve bürokratlar, kamunun vergilerinden aldıkları maaş ile görevlerini icra ederler. İktisadi ve hukuki konularda karar verecekler (siyasetçiler ve bürokratlar), -anne ve babaları başta olmak üzere- akrabaları dahi olsa; adaleti gerçekleştirmekle emrolunmuşlardır (4/135). Kamusal (siyasi-iktisadi-hukuki) işlerin, “emanet” olarak nitelenerek “Ehliyetli (uzman-meslek sahibi-adil)” kişilere verilmesi emredilmiştir (4/58). Kur’an’da kişinin kendi servetinden yapacağı yardımın, önce yakın akrabalarından başlaması tavsiye edilir (3/177,4/8,16/90…). Yakınlarda bir iktidar milletvekilinin, Kur’an’daki bu tavsiyeden, devlet imkânlarını siyasi ve bürokratik ekibin yakınlarına peşkeş çekmesini çıkarması, tam bir hamakattır. “Nüfuz”, bir insanın, kendine ait olmayan Tanrı/Din veya Devlet otoritesini/saygınlığını- gücünü, insanlar ile ilişkisinde kendi üzerine almasıdır. İslam’ın erken döneminde devlet otoritesinden doğabilecek nüfuz hırsızlığına (rüşvet) karşı ciddi uyarılarda bulunulmuştur.

Hz. Muhammed: “Rüşveti alan da veren de cehennemdedir.” demiştir. Hz. Ebubekir, Hz. Ali, Hz. Ömer ve Ömer b. Abdülaziz’in bu konuda ne kadar titiz davrandıkları bilindiği gibi, Ümeyye oğullarından Hz. Osman ve babası para ile Müslüman olmuş Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye’nin yine bu konudaki kayıtsızlıkları (Kabile asabiyeti) da bilinmektedir. Birinciler, Beytu’l-Mal’ı (Hazine) titizlikle korumaya, onu kamuya adaletli hak ediş ilkesine göre dağıtmaya çalışmışlar iken; ikinciler, onu, kendi akrabalarına/kabilelerine peşkeş çekmişlerdir. Kaynaklarda her iki gruptaki kişilerin pratik tutumlarına-uygulamalarına ilişkin yüzlerce örnek mevcuttur. Birincilerde “Devlet” dolayımı ile bir “Kamu” düşüncesi oluşmuş iken; ikincilerde“Devlet”in yerini halâ “Kabile” işgal etmeye devam ediyordu.

“Nüfuz Hırsızlığı”, devlet katında kamusal görev yapan siyasetçi veya bürokratların, devletin gücünden veya saygınlığından gelen otoriteyi kullanarak kamu kaynaklarını, yukarda saydığımız hak edişlerin dışında, kendi yakınlarına keyfi olarak/haksızca devretmesidir. Ehliyet-Liyakat ve hak edişte eşit olanlar arasından akraba, hemşehri, mezhepdaş ve partili “tercih” edilebilir mi? Bu ciddi bir sorudur. Kanaatimce edilemez. Memurların görev yeri atamalarında olduğu gibi “kura” çekilmelidir.

Türkiye’de kamu siyasetçilerinin ve bürokratların nüfuz hırsızlığı yapmasını, halk onaylamıştır: “Bal tutan parmağını yalar”, “Harmana koşulan öküzün önünden alaf esirgenmez”, “Şık şık eden nalçadır; işi bitiren akçadır.”, “Varsa pulun, olurum kulun; yoksa pulun, kapıdır yolun.” sözleri ve bir Osmanlı şairimizin: “Selam verdim; rüşvet değil deyü almadılar.” deyişi, bu onayı ifade eder. Bunun sebebi, toprak mülkiyetinin devlete ait olması münasebetiyle, yoksul-çorak Anadolu halkının bu onay ile kendisine de “Devletlu”lardan bazı kırıntıların ulaşması umudu ve beklentisidir.

(İşlemiyor da değil) Son seçimler için iktidar partisi 13 milyon kaçak konut için vergi barışı getirirken; muhalefet partilerinden biri de 4.5 milyon kredi kartı borcunu devletin satın alacağını vaat ediyor. Rüşveti alan da veren de memnun. Olan, hukuka uyan vatandaşlara (dürüstlere) oluyor. Bunun sebebi, Türkiye’de “Devlet”in modern toplumlarda olduğu gibi, bir “Toplum Sözleşmesi” mantığı ile “Kamuyu/Halkı” temsil eden bir dolayım değil; tarihsel olarak Tanrı ve Sultanı temsil eden bir dolayım olarak görülmesidir. İkinci bir husus, Devlet’in mallarının (mülk/arazi) ganimet/yağma yolu ile elde edilmiş olmasıdır. Dolaysıyla hiç kimse, Kamuya/Devlete ait mülkü “herkesin mülkü-kul hakkı” olarak görmüyor; tam tersine, “hiç kimsenin mülkü/Allahlık-Arpalık” olarak görüyor olmasıdır.

Ülkemizde siyasetçi veya bürokrat hükümet üyelerinin yakın akrabalarının devlet ile yaptıkları işlerden ne kadar zengin oldukları, herkes tarafından bilinmektedir. Bu işler, işe talip olanlar/eşitler arasından meşru gerekçeler ile hak ediş elde etmiş iseler, denecek bir şey yoktur. Ancak, siyasetçi ve bürokratın “nüfuzu” ile “elde” etmiş iseler, bunun “Nüfuz hırsızlığı” olduğu ortadadır. Akrabalığın yanında hemşehrilik, mezhepçilik ve particilik de “yakınlık” işlevi görüyorsa, durum değişmez. Bu konularda meşhur Fıkıh Usulü kaidesi geçerlidir: “Batıl, makisun aleyh olamaz.” Yani “Bizden öncekiler, böyle yapıyordu; biz de “kısas” gereği böyle yapıyoruz” denemez. Mekkeli müşrik eşinden –mümin olduktan sonra- kaçıp Medine’ye sığınan kadından müşrik eşinden aldığı “mihir”in geri verilmesi istenmiştir (60/10). O halde, haksızlık konusunda “misilleme/rövanş” olamaz.

Kamu kaynakları, ülkede yaşayan herkese ait olduğu için, Nüfuz Hırsızlığı, “Büyük Günah” lar arasındadır ve haramdır. Çünkü günahın büyüklüğünün bir kriteri de, etkilediği insan kitlesi oranındadır. Konuyu bir örnek ile bitirelim. 15 Temmuz Darbe Girişiminin kahraman şehitlerinden olan Ömer Halis Demir’in kardeşi, 24 Haziran seçimlerinde Niğde’den milletvekili adayı olmuş. Bu olay, adayın kahramanımızın “Kahraman” lığının istismarıdır. O kahramanlık, siyasiler tarafından kahramanın akrabalarına “rüşvet” olarak verilemez. Bu, düpedüz, kahramanlığın istismarıdır. Kutsiyetin istismarı ile kahramanlığın istismarı arasında fark yoktur.