1.9.2015
Cumhuriyet projesinin, bir yönü ile de bir tür toplum mühendisliği olarak Türkiye toplumunu sekülerleştirme projesi olduğu bilinmektedir. 1950 lerden itibaren sağ iktidarlarla birlikte bu projenin gevşetilmeye çalışıldığı da malumdur. 1970 lerden itibaren “İslamcı” bir politik kategorinin Türkiyede oluşmaya başlaması ile(Milli Görüş), İmam-Hatip liseleri ile bu gevşetme çabasının arttığı da bilinmektedir. 1980 ihtilali, liselere “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersleri koyarak muhafazakar halkın çocuklarına din öğretme talebi karşılanmıştır. 28. Şubat sürecinde İmam-Hatiplerin ve İlahiyat fakültelerinin artmasından rahatsızlık duyulmuş ve okulların sayısına ve müfredat proğramlarına müdahale edilmişti. İki binlerden itibaren iktidara gelen Tayyip Erdoğan/Ak Parti, bu süreci tersine çevirerek, tekrar İmam-Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakültelerinin sayısını siyasi olarak, “dindar nesiller yetiştirmek” üzere artırdı.
Hükumetin YÖK’e İlahiyatlardan sorumlu olarak atadığı Prof. Dr. Yekta Saraç ve Prof. Dr. İbrahim Hatipoğlu, İlahiyat Fakültelerinin programlarını kendi dini/teolojik perspektiflerinden ayarlamaya çalışıyorlar. İtikatlarına göre, bu fakültelerdeki Felsefe-Kelam ve Sosyal Bilim dersleri, öğrencilerin itikatlarını tağşiş eden, fazla lüzumu olmayan derslerdir. İyi bir ilahiyatçı, Tefsir-Hadis-Fıkıh ve Tasavvuf alanlarında iyi yetişmiş birisidir. Bu gerekçe ile de, bahsi geçen birinci gurup dersleri azaltmaya; ikinci gurup dersleri, müfredat programlarında artırmaya çalışıyorlar. Fakülteleri, ideallerindeki Osmanlı Medreselerine benzetmeye çalışıyorlar.
Öncelikle, Osmanlı siyasal bedeninin, bu beylerin ideali oluşan beyni Medrese olan bir yapının elinde çöktüğünü hatırlatalım. Skolastik bir yapıya bürünmüş( “Bizim oğlan “Bina” okur; döner, döner yine okur.” “Et’tekraru ehsen; velev kâne yüz seksen”), Ortaçağların “Analoji”(Kıyas-Teşbih) epitemesine göre, büyük ölçüde hakikatı/bilgiyi gerçeklikten-Vicdandan –analitik olarak- türetme yerine; Nasslardan türeten –tümden gelim- bu Beyan Epistemesi, tarihin çürütücü devingenliğini ıskalayarak, kendi dışında olup-biteni/yeniyi kavrayamadığı için çökmüştür. Azınlık bir İllegalitenin (Muaviye ve avanesi), toplumsal ve siyasal merkezi gaspının ve daha sonraları Ulemanın “Ehlul Eser/Sünnet/Hadis” kanadının kurmuş olduğu “Usul”ler(Usuli’d-Din ve Usul-i Fıkıh) üzerine kurulmuş olan “Ehli Sünnet”, zamanla (Hanbeli Halife Mütevekkil’in 850 deki ihtilali) bir yorum/mezhep olduğu unutularak, İslam ile aynılaştırıldı. “Ehlu’r-Rey” olarak isimlendirilen ve dini düşüncede Nakil/Nass kadar insan aklını/vicdanını işin içine katmaya çalışan başta Mutezile olmak üzere, Hanefiliğin, Maturidiliğin ve Felsefenin, devletlerin resmi ideolojisi haline gelmiş(Medreseler) Sünnilik tarafından diskalifiye edildiği bilinmektedir.
Selefiliğin, Ehl-Sünnet’in en radikal ve de cahil; ama dürüst kanadı olduğu bilinmektedir. Bizdeki Selefilik ise, dogmatiklikte onlarla aynı; ancak teolojik bagajları onlardan daha yüklü. Hakilki selefiler, Kaynak olarak sadece Kur’an ve Sünneti kabul ediyorlar; bizim Sünni Silahsız Selefilerimiz(SSS) ise, Cumhuriyet öncesi mirası(Tefsir-Fıkıh-Tasavvuf) mutlaklaştırıyorlar. Felsefe, Kelam ve Sosyal Bilimlere düşmanlıkları, bundan kaynaklanıyor. Bunların durumu şerbet, şıra ve şarap içip; suya düşman olan adamın durumuna benziyor. Bütün dinlerde ortaya çıkan bu psikoloji yorumu, itikadı, mezhebi, dinin cevheri/aslı/kendi sanma naifliği-çocukluğu ve vehmidir.
Din, Hukuk ve Bilimin, vicdanı ve irfanı hür insanlar tarafından içtihat ve İcma ile siyasi erkten bağımsız olarak yaşaması gereken kurumlar olduğu, Batıda uzun süren kanlı tecrübelerden sonra anlaşılmıştır. Bizde ise, siyasal iktidar ta baştan beri bunların hepsini kontrol altın da tutmaya çalışmıştır.
Felsefe, Kelam ve Sosyal Bilimlerin insani ve toplumsal gerçekliği ve olması gereken Hakikatı yansıtan ve tüketen kategoriler olmadığını, aklı başında olan herkes bilir. Bu disiplinler, insanlığın gerçekliği ve olması gereken hakikatı aklı ile arama çabalarıdır. Ama aklı başında olan herkes yine bilir ki, genellikle Tanrının gözüne girmeye çalışan ve dini naslara lafzi olarak teslim olmaya çalışan Ulema, teolog ve papazlar da hakikatı tüketemezler. Dini tevazunun, kibrin bin bir çeşidini, zihnin labirentlerinde nasıl sakladığını teolojilerin, dinlerin tarihinden biliyoruz. “Allah rızası” nın büründüğü samimi halet-i ruhiyeler ile bir gecede Senbartelemaoda 30 bin protestanın kesildiğini biliyoruz….
Bize kimse dindarlık, samimiyet, Allah rızası…vs söylemleri ile maval okumasın. Bize Allah’ın Kur’an söylemini üzerine kurduğu “Hatû burhanekum: Delilinizi getirin”(2/1119) ilkesi ile gelsin.