25.8.2015
Kilise ve Din adamlarının otoritesi üzerine kurulmuş olan Hristiyanlık, ortaçağlar boyunca şiddet kullanma tekelini kendi uhdesine almıştı. Protestanlık milli mezhepleri kurulunca, Avrupa’da “Din savaşları” denen mezhep savaşları yaşandı. Kilise diskalifiye edildikten sonra da şiddet/savaş tekeli seküler güçlerin eline geçti. Amerika, yapmış olduğu anayasa; İkinci Dünya savaşından sonra da Avrupa, geliştirdiği kurumlar sayesinde iç barışını tesis etmiş oldu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra Müslüman halklar, İslam sayesinde özgürlük mücadelelerini vererek bağımsızlıklarını kazandılar. Kurulan totaliter devletler, dini bir biçimde devlet kontrolüne alarak nispeten stabil yapılar oluşturdular.
1979’da İran’da Şiilik, mevcut totaliter/şahlık rejimi yıkarak Ayetullahların otoritesine bağlı bir dini yapı kurdular. Seküler muhaliflerin direnişleri kanlı bir şekilde bastırıldı. 1980’lerde Sovyetlerin çöküşü ile birlikte Filistin’deki direnişin ideolojik motivasyonu sol/sosyalist ideolojiden İslam’a geçti(HAMAS).
Aynı tarihlerden itibaren Sünni dünyanın her tarafında Radikal/Fundemantal/Siyasal İslami hareketler gelişti. Afganistan’ın(1979), daha sonra Kuveyt’in, ardından Irak’ın işgali, bu hareketleri, Filistin’de olduğu gibi şiddete/cihada evirdi(Taliban-El-Kaide). Aynı şey, Bosna iç savaşında ve Çeçenistan’da da yaşandı. Bosna’daki dini motivasyonun ahlaki ve estetik ayrıcalığını unutmamak gerekir.
Arap Baharı ile birlikte diktatörlüklerin devrilmesinden sonra, dini otoritenin devletlerin tekelinden çıkması, otoritenin dini/siyasi gurupların tekeline geçmesini sağladı. Kabile/etnisite ve mezhep/dini yorum, siyasal faaliyetin ve iç-savaşların temel motivasyonu haline geldi.
İslam, otoritesini Yahudilikte olduğu gibi “Ulema”ya dayandırır. İlk yüzyılda bu otorite kurulmadan, siyasi ihtiraslar ile yaklaşık yüzyılı alan bir iç savaş yaşandı(Cemel, Sıffin, Kerbela). Daha sonra Ulema(Fakihler, Kelamcılar, Muhaddisler), otoritesini siyasi otoriteye karşı nisbi olarak kurmuş oldu. Yalnız Selefilik, Ulemanın otoritesi yerine, Kur’an ve Hadislerin lafzi yorumunu/inancını yegâne otorite olarak gördüğü için, İlmi düşünmenin ve ulemanın otoritesini reddetti. Ulemanın üretmiş olduğu ilmi düşünce ile oluşan düşünce ekolleri(Hanefilik, Şafiilik, Malikilik, Mutezile, Maturidilik ve Eşarilik) ikinci ve üçüncü yüz yıllarda kristalleşerek oluştu. Ondan sonra da düşünce yavaş yavaş durdu ve kendini tekrar etti. Osmanlı’nın yıkılışına bu düşünce ekolleri ile gelmiştik. Önce Selefilik, Suudi Arabistan devleti olarak vücut buldu. Şiilik ise, İran İslam Cumhuriyeti olarak bedenleşti. Pakistan’da ve Sudan’da ise askeri birer darbe ile Sünni tarihsel “Şeriat” kategorisi devlete giydirildi. Sünniliğin yaklaşık bin iki yüz yaşında olan teorik gövdesi ise İlmi otoritenin yeniden oluşamaması ve otoritenin politik grupların eline geçmiş olması hasebi ile bugün param parça. Selefilik de, Suud’un tekelinden çıkarak Sünni dünyanın bütününde yükselişe geçmiş durumda(IŞİD, Eş-Şebab, Boko-Haram…).
Türkiye’de kurumsal dini otorite Cumhuriyet’ten sonra Diyanet’in tekelinde idi. Yetmişli yıllardan itibaren bu otorite giderek Cemaatler, Tarikatlar ve Siyasal hareketlerin eline geçti. Bugün bu otorite ağırlıklı olarak The Cemaat ve Ak Parti’nin kontrolündedir. Yorum farklılığının bu iki hareketi son yıllarda henüz silahlı olmayan bir savaşa ittiğini görüyoruz. Diyanet’in ve İlahiyat fakültelerinin (Ulema?) otoritesi, henüz kurulmuş değildir. Özetle, -teşbihte hata olmaz- İslam Dünyası’nda yaşlı din/cin şişeden(Otorite/ulema) çıkmış, insanları çarpmaya(iç-savaş) devam etmektedir.
Her türlü otoritenin yerle bir edildiği bu Post-modern çağda tekrar şişeye girmesi de imkânsız gibi görünüyor. Uzun bir süre çarpılmaya devam edeceğiz gibi görünüyor. Allah sonumuzu hayreylesin.