20.07.2016
15 Temmuz Darbesi’nin Düşündürdükleri: (Sünniliği Sökmenin Teolojik Zorunluluğu Üzerine)
Kur’an’da başından sonuna kadar varit olan tartışma, düşünme, soru sorma, itiraz etme tarzının, İslam’ın erken dönemlerinde “Rey Ehli” olarak kristalleştiği; kitlelerde yaygın olan teslimiyet, taklit, otoriteye körü körüne boyun eğme eğiliminin ise, “Ehlu’l-Eser/Hadis ve Sünnet” olarak, Mezhep ve Ekol olarak kristalleştiği ve Abbasilerin ortalarından itibaren(Mütevekkil-850) Rey taraftarlarının tasfiye edilerek Hadis Ehlinin kendini “Ehl-i Sünnet” adı ile devletin Resmi İdeolojisi haline getirdiği malumdur. İkinci yüzyılda kristalleşmeye başlayan Tasavvufun, giderek üçüncü yüz yıldan itibaren Sünniliğe eklemlendiği de bilinen bir husustur. Sünniliğin “Ulema”ya dayanan “otorite”si yerine, Tasavvufta “Tarikat” örgütlenmesi ve Veli, Gavs, Kutup, Ricalu’l- Gayp, Şeyh, Mehdi, İmam… gibi Batıni ilham ve Rüyaya itibar eden kişilerin “Manevi-Ruhani” otoritesinin kaim olduğu da bilinen bir husustur.
Sünniliğin tarihi süreç içerisinde siyasal ünitesinin, Cahiliyye Araplarında ortaya çıkmış ve Kur’an tarafından da siyasal işlerin çözümünde bir yol olarak müminlere önerilmiş “Şura” ve “Liyakat(ehliyet)” ilkeleri yerine; Perslerden ve Bizanslılardan etkilenerek “Zıllullahi Fi’l-ard” olarak “Hilafet” ve “Saltanat”a; İlmi ünitesinin ise “Mezhep İmamları”nın katı ve dogmatik iradesine teslim olduğu da bilinmektedir.
On dokuzuncu yüzyılın sonuna ve yirminci yüzyılın başlarına geldiğimizde bu yapıların İslam toplumlarını taşıyamayarak çöktüğü bilinmektedir. Modern dönemde İslam toplumları teolojik bir Tecdid/Rönesans/Yenilenme/Up date yapamadan, Ulus–Devletler olarak kuruldular. Teolojik bilinci “Muhafazakâr” olarak kalan toplumlar, modern seküler devlet yapılarından duydukları rahatsızlıklarını hafızalarına yaslanarak kadim teolojiye göre(Akide ve Şeriat) yenilemeye çalıştılar. Humeyni, Cemaat-i İslami, İhvan, Hizbu’t-Tahrir, Milli Görüş, Hamas, Hizbullah, Nahdatu’l- İslam… ve hareketleri, bunun örnekleridir. Post-modern dönemde ise(1970’ler sonrası), Taliban, El-Kaide, DAİŞ, Boko-Haram, Eş-Şebap…gibi örgütler, İslam Dünyasının Batı tarafından sıkıştırılmasına karşıt olarak “şiddet” içerikli örgütler olarak tezahür ettiler.
Türkiye’de Sünnilik, Modern Ulus Devlete karşı memnuniyetsizliğini başlıca üç tarzda tezahür ettirdi. 1-Tarikatler, 2-Cemaatler, 3-Siyasal Parti. Tarikatlar, nispeten apolitik olarak kalırken; Cemaatlerden “Süleymancılık” apolitik olarak varlığını sürdürdü; Nurculuk ise, zamanla Sait Nursi’nin sivil teolojik-politik söyleminden Fetullah Gülen’in domine ettiği sivil-cemaat görünümlü post-modern “Politik” bir harekete dönüştü. Milli Görüş hareketi ise, Necmettin Erbakan önderliğinde iki binli yıllara kadar” dini” bir politik hareket; ondan sonra ise, Erdoğan önderliğinde “Muhafazakâr” bir politik harekete dönüştü ve iktidar oldu. Seküler elitlerin bir kültür devrimi ile kurdukları devleti “ele geçirme” veya “devlete sızma”, her iki Sünni politik hareketin teolojik-politik ortak hedefi olmuştur. The Cemaat/Hizmet Hareketi/Paralel Yapı, bu işi devlete “sızma” taktiği ile yaparken; Muhafazakâr Ak Parti, demokratik örgütlenme yolu ile bu hedefini gerçekleştirmeye çalıştı. Sünni siyasal kültür-kod(Halife-Sultan-Padişah), Milli Görüş ve Ak Parti’de(Necmettin Erbakan-Tayyip Erdoğan) “Karizmatik Lider” şeklinde “tek-adam” olarak tezahür ederken; Paralel yapıda “Mehdi-İmam-Gavs-Kutup” (Fetullah Gülen) olarak tezahür etti. Rey Ehlinin genel tutumu olan düşünme, eleştiri, sorgulama yerine Hadis Ehlinin genel tutumu olan teslimiyet, itaat, taklit, boyun eğme, her iki politik hareketin genel nitelikleri olarak sayılabilir. Ancak, Paralel yapının Batınî niteliklere haiz “Tarikat” ve “Tasavvuf” kültürüne daha yakın olması, onu kapalı-hiyerarşik-dogmatik bir yapıya dönüştürürken; siyasal yapıların(Milli Görüş-Muhafazakârlık) “Parti” tarzı örgütlenmesi, onları daha açık kılmaktadır. Paralel Yapının girişmiş olduğu, son “Darbe” teşebbüsü, bu yapının öğreti/teoloji ve örgütlenme tarzının, İslam’ın genel kardeşlik, vatan, millet, insaf, hakkaniyet, ümmet, adalet… değerlerinden uzaklaşarak; yabancı güçler ile kolayca işbirliğine girişebilerek, hedefine/ütopyasına ve liderine körü körüne kitlenerek nasıl hoyratlaşabileceğini gösterdi. Evrensel dini değerler olan barış, sevgi, merhamet, dürüstlük, insaf ve adalet yerine; fanatiklik, yobazlık, taassup, kin, nefret, şiddet ve güç istencinin kontrolüne girdiklerini gösterdi. Bunların IŞİD’den hiçbir farkı yoktur. Sünniliğin, erken dönemde boğduğu “Rey Ekolü”nün ortalıkta olmayışının ceremesini Selçuklularda Hasan Sabbah; Osmanlılarda Şeyh Bedrettin-Kadızadeliler, Türkiye Cumhuriyeti’nde de Fetullah Gülen hareketlerinin yarattığı korkunç tahribat ile ödemekteyiz. Bugün İslam’ın siyasal ünitesinde Kur’an’ın tavsiye ettiği “Şura” ilkesine(Demokrasiye); teolojik ünitesinde ise, mevcut Sünniliğin itaat, boyun eğme, teslimiyet, taklit, dogma, kör-inanç kodlarından, Rey ekolünün(Mutezile, Malikilik, Hanefilik ve Maturidilik) düşünceye, sorgulamaya, gerekçeye, hikmete adalete… dayanan kodlarına geri dönmek zorundayız.
Dindarların, seküler yapılardan rahatsızlıkları anlaşılabilir bir şeydir. Ancak, alternatif olarak önerebilecekleri şeyin “ne” olduğu konusunda kafalarında yeni bir şeyin olmadığı da bir gerçektir. Anakronik olarak, pre-modern yapılara, kavramlara, kurumlara özenmenin bir taklit, yetersizlik/yersizlik durumu olduğu behamahal görülmek zorundadır. Muhafazakârların duygu ve düşünce(kültür) dilini iyi bilen ve kendisi de öyle olan Erdoğan, zayıf bir ekonomide aynı zamanda onların devlet dolayımlı menfaatlerini de temin etmektedir. Erdoğan bu kitlenin Türkiye’de çoğunlukta olduğunu bildiği ve sandıktan çıkacağına kesin olarak güvendiği için, Demokrasiyi benimsemektedir. Fakat, kendisi dogmatik(mukallit) ve otoriter/otokrat bir mümin olduğu için partide kurumsal ve ortak akla itibar etmemektedir. Kendi fikirlerini hem partiye hem de Türkiye’ye dayatmaktadır. Bu durum, zamanla ülke içinde ona karşı –bir zamanlar muhafazakarlarda M. K. Atatürk’e karşı oluştuğu gibi- güçlü bir kin ve nefret oluşturmuştur. Oysa, “Ruhi dil(yumuşak dil), yılanı deliğinden çıkarır” diye bir söz vardır. Bu darbe, bir yönü ile Paralel yapının ve bazı laik/seküler çevrelerin, ordudaki hemfikirlilerin ona karşı oluşmuş şiddetli kininin, seksen milyon olan Türkiye’nin üzerinde patlamasıdır. Bu millet, bu şiddeti yaşamayı hak etmiyordu. Halkımız, kendi üzerine düşen sorumluluğu göstererek, direnerek bu meşum teşebbüsü püskürtmüştür.
Sayın Cumhurbaşkanımız R.T. Erdoğan’ın, Cumhuriyet devrimlerinin Muhafazakâr tabanda yaratmış olduğu kültürel ve ekonomik mağduriyetleri giderici yönde almış olduğu cesaretli/korkusuz kararları, tabanında onu “kahraman” yapmıştır. O da, bu sonuçtan daima kendinin “doğru” düşündüğü ve bu teveccühün buradan doğduğu zehabına kapılıyor. Oysa, son dönemlerde gerek iç politikada, gerekse dış politikada ülkeye zarar veren, ve yanlışlığı kendi tabanınca da itiraf edilen( Rusya, İsrail ve Suriye ile ilgili) dış politika kararları aldı. Karadenizli Müteahhit kültürüne sahip olduğu için, çizilmiş planları uygulamada(yapıda) başarılı; ancak, yeni plan çizmede(yönetmede/devlet adamlığında) pek başarılı olduğu söylenemez. İyi seçim kazanıyor; ancak, yönetimde(devlet adamlığında) o kadar başarılı olduğu söylenemez.
Kendisine Paralel Yapı tarafından girişilen darbe teşebbüsünün başarısızlığını kitlelere izah ederken, “Onlar(kafirler) bir tuzak kurdular; Allah da bir tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.”(3/54) ayetini okuyarak, kendini Allah’ın temsilcisi; kendi gibi Sünni müslüman ve kendine muhalif olan Paralel Yapıyı ise “kafirler” konumuna koydu. Politikada bu teokratik/teolojik(dinsel) dil, iç savaştan başka bir şeyi körüklemez; onu körüklüyor. Türkiye, iki sünni siyasal İslamcı politik hareketin savaş meydanına dönmüş durumda. Buradan çıkıp, davası dini olabilen; ancak, dili laik olan demokratik siyasete acilen dönmek gerekiyor. Tarih, bu misyonu sayın Erdoğan’ın omuzlarına yüklemiştir. Buradan kendi hegemonyasını daha da pekiştirecek siyasi bir fırsat çıkarması halinde; Türkiye, bölünmeye ve iç savaşa doğru daha da bir yaklaşacaktır.