Din ve Ahlak alanlarında kesin bilginin boğduğu dogmatik “İyiler ve Doğrular”(Mezhepçi-Cemaatçi- Tarikatçıler) hakkında Nietzsche şöyle der: “Kardeşlerim, bir zamanlar biri (Hz. İsa’yı kastediyor) iyilerle doğruların yüreklerini (ciğerlerini) okumuştu da, şöyle demişti: “Bunlar Ferisilerdir”. Fakat onu anlayamamışlardı. İyilerle doğrular, onu anlayamazlardı; ruhları, iyi vicdanlarına kapatılmıştı. İyilerin aptallığında derin bir kurnazlık vardır. Ama doğrudur: İyiler ve doğrular, Ferisi olmak zorundadırlar. Ellerinden başka bir şey gelmez ki! İyiler ve doğrular, kendi erdemini bulanı çarmıha germek zorundadırlar… Çünkü iyiler ve doğrular, yaratamazlar; onlar, hep sonun başlangıcıdırlar.” (F. Nietzsche. Böyle Buyurdu Zerdüşt. Çev: T.Oflazoğlu. İst. 1997. S 245)
1- YAHUDİLİK
Hz. İsa, Yahudi din adamları ve Ferisiler hakkında şöyle demişti:” (Onlar), Hz. Musa’nın kürsüsünde otururlar, söyledikleri şeyleri kendileri yapmazlar. Ağır ve taşınması güç yükleri bağlayıp başkalarının omuzlarına koyarlar da; kendileri, bu yükleri taşımak için parmaklarını bile kıpırdatmazlar. Yaptıklarının tümünü gösteriş için yaparlar. Örneğin, muskalarını büyük, giysilerinin püsküllerini uzun yaparlar. Şölenlerde başköşeye, Havralarda en seçkin yerlere kurulmaya bayılırlar. Meydanlarda selamlanmaktan ve insanların kendilerini “Rabbi” diye çağırmalarından zevk duyarlar…
Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Göklerin Egemenlğinin(Rahmaniyetin-İG) kapısını insanların yüzüne kapatırsınız da; ne kendiniz içeri girersiniz, ne de girmek isteyenleri bırakıyorsunuz!
Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Tek bir kişiyi dininize döndürmek için denizleri ve kıtaları dolaşırsınız. Dininize döneni de kendinizden iki kat daha cehennemlik yaparsınız.(Fetö hatırlansın! İG)
Vay halinize kör kılavuzlar! Diyorsunuz ki: “Tapınak üzerine ant içenin andı sayılmaz; ama tapınaktaki altın üzerine ant içen, andını yerine getirmiş olur.” Sizi gidi budalalar ve körler! Hangisi daha önemli, altın mı, altını kutsal kılan tapınak mı? Yine diyorsunuz ki: “Sunak üzerine ant içenin andı kabul olmaz; ama sunaktaki adağın üzerine ant içenin andı kabul olur.” Sizi gidi körler! Hangisi daha önemli, adak mı, adağı kutsal kılan sunak mı? Öyleyse, sunak üzerine ant için; böylece, sunaktaki her şey üzerine ant içmiş olursunuz. Gök üzerine ant içen, Tanrı’nın tahtı ve tahtta oturan üzerine ant içmiş olur.
Vay halinize din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Siz nanenin, anasonun ve kimyonun ondalığını (öşür) verirsiniz de, Kutsal Ysa’nın (Tevrat-Şeriat) daha önemli yönleri olan adalet, merhamet ve sadakati ihmal edersiniz. Ondalık vermeyi ihmal etmeden, esas bunları yerine getirmeniz gerekirdi. Ey kör kılavuzlar! Sineği süzersiniz; ama deveyi yutarsınız.
Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Bardağım ve çanağın dışını temizlersiniz; ama bunların içi, aç gözlülük ve taşkınlıkla doludur. Ey kör Ferisi! Sen, önce bardağın ve çanağın içini temizle ki, dıştan da temiz olsunlar.
Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler! Siz, dıştan güzel görünen, ama içi ölü kemikleri ve her türlü pislikle dolu badanalı kabirlere benzersiniz. Dıştan insanlara doğru kişilermiş gibi görünürsünüz; ama içte ikiyüzlülük ve kötülükle dolusunuz.
Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Peygamberlerin mezarlarını yaparsınız, doğru kişilerin mezarlarını donatırsınız. “Atalarımızın yaşadığı günlerde yaşasaydık, onlarla birlikte peygamberlerin kanına girmezdik” diyorsunuz. Böylece, peygamberleri öldürenlerin torunları olduklarınızı kendiniz itiraf etmiş oluyorsunuz. Haydi, atalarınızın başlatmış olduğu işi bitirin!
Sizi gidi yılanlar, sizi gidi engerekler soyu! Cehennem cezasından nasıl kurtulacaksınız?…” (Matta. 23. Bab: 1-33)
2- HIRİSTİYANLIK
Hz. İsa’nın eleştirdiği bütün hususlar, daha sonrasında Kilise örgütlenmesiyle Hrıstıyanlıkta aynen ortaya çıkmıştır. Papaz ve Rahip tipi, Hz. İsa’nı eleştirdiği “Ferisi (mezhep)” ve “Rabbi-Haham” tipinin aynısıdır. Nietzsche, onlar hakkında şöyle diyor: “En günahkâr insan tipi, Rahiptir. O, tabiata karşılığı öğretir. Rahip’e gösterilecek olan, “nedenler” değil; tımarhanedir… Protestanlara, Katoliklere davranıldığından daha katı; liberal Protestanlara da, dinibütünlere davranıldığından daha katı davranılmalıdır. Hrıstiyanlığın yalan yumurtalarını kuluçkaya yatırdığı lanetlenesi yerler (Kiliseler), yerle bir edilmeli ve yeryüzünün rezaletli yerleri olarak geleceğin korkulu ibret vesileleri olsunlar diye korunmalıdır. Buralarda zehirli yılanlar yetiştirilmeli. Perhiz vaaz etmek, insan fıtratına karşı kamusal bir kışkırtmadır. Cinsel yaşamın horlanması, “kirlilik” sıfatı ile kirletilmesi, yaşamın kutsal ruhuna karşı işlenmiş gerçek ‘günah’tır. Bir Rahip ile aynı masada yemek yemek, insanı kusturur. Bunun ile kişi, kendini doğru-dürüst insanlar topluluğundan aforoz etmiş olur. Rahip, bizim “Şandala (miskin-dilenci)”mızdır. Onu kanun kaçağı ilan etmeli veya çöle sürmelidir…” (F. Nietzsche. Deccal(Hrıstıyanlığa Lanet).çev: O.Aruoba.İst.1995. s 103-104).
Sonunda Tanrı inancını yitirmiş yaşlı bir papazın itirafı şöyledir: “O’nu en çok seven, onu en çok elinde tutan, onu en çok yitirmiş demektir.” (F.Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt. S301)
“Rahipler, birbirlerine hiç katlanamazlar. Manevi amaçlara sahip olmanın, çok iyi bir şey olduğunda tamamen hemfikirdirler; ama kendi kiliselerinden olmalıdır; diğer kiliseler, tamamen yanlıştır; en kötü günahlardan beterdirler, affedilmezler. Varlıkları bile inkâr edilir. Örneğin, bazı ilahiyatçılara Budizmin de iyi bir din olduğunu önersem, hemen “Ah, biz Budizm ile ilgilenmeyiz” derler. Onları yalnız kendi kiliselerinin tinsel gelişimi ilgilendirir. Ama öyle de olmalıdır; bir kilise hoşgörüsüz değilse, o kilise yoıktur. Belli bir biçime sahip olmak için hoşgörüsüz olmalıdır. Çünkü avam, hep bunu talep eder. Mutlak doğruyu talep etmek, avamın daimi talebidir.” (C.G. Jung, Nietzsche’nin Zerdüşt’ü Üzerine Seminerler. Çev: T.Berkes. İst. 2019. S 857).
3- İSLAMİYET
İslamiyet’te Ulemanın (Fakih-Mütekellim-Muhaddis-Müfessir) resmi olmayan ilmi otoritesinin ötesinde kurumlaşan Siyaset-Şeriat ve Tasavvuf kategorilerinde meydana gelen dönüşümü, felsefeci-düşünürümüz Nurettin Topçu şöyle tasvir etmektedir: “Asırlar arasında İslamın ruhu, katı kaidecilikle, taassubun tehditleriyle, saltanat ve merasim gurur ve tahakkümü ile eritildi. Din müesseseleri, dinin ruhundan tamamiyle sıyrıldı. Din elbisesine bürünmüş, dini kaidelere bezenmiş devlet ve dünya müesseseleri halini aldı. Bunların etrafında bir istismarcı bir din adamları sınıfı teşekkül etti. Bu adamlar, iç yapısını yüzyılların yıprattığı devletle el ele vererek ve onun manevi kudreti halinde sömürme sahalarını mütemadiyen genişlettiler… Asrımızın (20. yüzyıl) başlarına kadart sürüp gelen ve İslam’ın ruhuna tamamen aykırı olan bu maddeci din saltanatı, seküler bir devrimle yıkıldı. Ancak onun kini yok olmadı; varlığının derinlerine gömülen kini ve istismar emelleri, yeniden canlanma gününü bekledi. Çünkü onun kini ve istismar emelleri gibi, halkın da din ihtiyacı yok olmamıştı. İnsanda doğuştan varolan bu en derin ruhî ihtiyacın istismarcıları, hayat sahnesine tekrar çıkarlarken; eskisinden farklı olarak, kendilerinde kültür kırıntıları dahi yoktu. Bugün İmam Hatip okullarındaki gençliğe verilen kültürü bile çok gören Süleymancı, vesaireci sözde İslam alemdarları, karış karış vatana yayılmış bulunuyorlar. Kimi teğannici, kimi propagandacı, kimi büyücü ve üfürükçü… Ancak hepsi politikacı, hepsi sömürücü, hepsi samimiyetsiz ve hepsinin koltuklarında birer balta saklanan önderler, cemaatlerini bir bataklıktan öbürüne saplamak için bir birleriyle yarışıyorlar (Bugün yaşasaydı rahmetli Topçu Fetö, Menzil, Cübbeli….hakkında neler derdi?). Cemaat(ler)in içinde dini şekillere bürünmüş bir sanatçılık yol alır ve onu uyuştururken; liderleri, zavallı halkı ve dinci gençlik zümresini kin ve intikam duygu ve emelleri ile kışkırtıyorlar.” (N.Topçu, İslam ve İnsan. İst. 1973. S 8-9) “Din mataryalistleri ve pozitivistleri, ona ruhun değil de, duyuların ve beden uzuvlarının dinini tanıtmışlardır. Din bezirganları da, soygunculuklarını devam ettirmek için, taassuptan faydalanarak gençliği ve bütün milleti bu yolda tahrik unsuru olarak kullanmaktadırlar. Bunlar, dini neşriyat (ve medya. İG) ile din ticareti yaparak cehalet ile taassubu, memleket havasına durmadan saçıyorlar. Din irşatçısı olarak geçinen ve sayıları mütemadiyen artan bu sahtekâr ve cahillerin bertaraf edilmesi gerekiyor.” (N.Topçu, a.g.e. s11) Topçu, fikirlerine kendinin de katıldığı Alman düşünür Ludwing V. Mises’ten şu alıntıyı yapar: “Müslümanlık, bugün müminlerine namaz kılmak, oruç tutmak, (Hacca gitmek. İG) gibi birtakım hareket kaideleri (ibadetler) veren ölü dinlerdendir. Bundan daha öteye gidemiyor; ruhlara hiçbir gıda veremiyor; sanki ruhunu kaybetmiş gibidir.
Yalnız birtakım hukuk ve hareket kaideleri sunmaktadır. Müminleri, içerisinde pek zor teneffüs edilen geleneksel bir hayatın örfleriyle kaidelerinden örülmüş bir ağın içerisine hapsedilmişlerdir. Onların içsel dileklerine hiçbir doyum getiremiyor. Ruhu eziyor; onu ne yükseltiyor, ne de kurtarıyor. Yüzyıllardan beri islam dünyasında dini hareket görülmüyor. İslam, hâlâ Arap istilaları devrinde olduğu gibidir. Neşriyat ve tedrisatları, hep aynı şeydir; bunlar, din adamlarının dairesinin dışını aydınlatmamaktadır. Büyük ruhlar yetiştirmiyor. Müslümanları birbirlerine bağlayan yegâne bağ, başka dinden olanlara karşı düşmanlıklarıdır. Gelenekleri ile muhafazakârdırlar. Onlar, yabancılar hakkında taşıdıkları kin ile yaşamaktadırlar. İslam dünyasında meydana çıkan mezhepler ve gün ışığına çıkan bütün hareketler, hep yabancılar hakkında yaşattıkları kinin eseridir.” (N.Topçu, a.g. e. S 18-19)
4- SONUÇ
Yüce, kutsal, sonsuz, mutlak, zatı ve karakteri çok iyi bilinmeyen güçlü bir otoriteye kendi zannı, vehmi, özgüveni, korkusu, çıkarı ile yaslanan, sığınan, yaltaklanan fani ve zayıf insanın macerasıdır anlatılanlar. Bundan kurtulmanın yolu hasbi ve muhasibi olmaktır. Hasbilik (dürüstlük-samimiyet) yetmiyor. Yukarda anlatılanların bir kısmı, kesinlikle hasbilikten doğuyor. Önemli olan “muhasibi” olmaktır. Yani vicdanın ayık olması, eşikte durmak, eleştirel olmak, kül yutmamak, uykusuz-uyanık olmak, düşünceli olmak, söz dinleyebilmek, haddini bilmektir. Bütün peygamberler yerleşik, geleneksel, katı dogmatik dinsel bilinç içinde mayalanmış ve sürü haline dönüştürülmüş bireyleri vicdanlarına yaslanarak özgürleştirmek isterler. Ancak, çoğunlukla bu geri teper. “Eğer kulak verseydik ve aklımızı kullansaydık, şu alevli ateştekilerden olmazdık.” (67/10)