1- Kavramın Delaleti ve Otorite (Şâri) Sorunu
Haram, dinen yenilmesi, içilmesi, yapılması ve söylenmesi uygun olmayan, kesinlikle yasaklanmış fiillerdir. Hak edilerek kazanılmayan şeydir. Mükelleflerden yapılmaması kesin olarak istenen bağlayıcı hüküm demektir. Sünnîlikte helal-haram koyma yetkisi, “Şâri (kanun koyucu)” sıfatı ile sadece Allah’a (Kur’an) ve O’nun peygamberi olan Hz. Muhammed’e (Sünnet-Hadis) verilmiştir. Bundan dolayı da “Helal-Haram”lar, 610-632 arasında Kur’an ve Hadis-Sünnet oluşurken, onlar tarafından belirlenen hususlardır. Âlimlerin veya Müslüman bireylerin vicdanlarına/içtihatlarına/fetvalarına dayanarak “Helal-Haram” koyma yetkisi yoktur. Bunun sebebi İslam’da “Eşyada aslolan ibahadır=Hayatta asıl olan davranışların veya nesnelerin helal oluşudur, haramlar istisnaidir” ilkesi ve din âlimlerinin/adamlarının haramları çoğaltabileceği kaygısıdır. Böylece helal-haram koymanın kriteri/ölçeni/miyarı/mihengi nesnelerin veya fiillerin her bir insan tekine veya toplumun tümüne/kamuya sebebiyet verdiği zarar, acı, ıstırap, sıkıntı, zorluk ve onlara sağladığı menfaat, maslahat, fayda, rahatlık, kolaylık olmaktan çıkıp; dinin kurucu otoriteleri (Allah ve Hz. Muhammed), veya oluşum kaynakları (Kur’an-Sünnet/Hadis) ve bunların oluşum zamanı (610-632) olmaktadır.
Din adamlarının veya din âlimlerinin Tanrının veya dinin “temsilciliği”ne soyunarak kendi içtihatlarına, zanlarına veya keyiflerine göre dogmatik olarak, yani gerekçesiz olarak “şu helaldir; bu haramdır” demeleri dinlerde ciddi bir sorundur. Özgürlükleri yok eder, hayatı mü’minler için zindana çevirir, onların iki ayağını bir pabuca sokar. Tanrının otoritesini istismar eder. Dinler tarihi bunun örnekleri ile doludur.
Kur’an bu konuda muhataplarını uyarır: “Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, -Allah’a iftira ederek- rastgele: “şu helaldir; bu haramdır” demeyin. Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa erişemezler.” (16/116). “Ey iman edenler, Allah’ın size helal kıldığı şeyleri, kendinize haram etmeyin ve Allah’ın koyduğu ahlaki sınırları aşmayın.” (5/87).
Dinler bu tehlikeden kaçarken, kutsal kitaplar oluşurken gündemde olmayan veya icat edilmemiş, üretilmemiş yeni ve mahzurlu/zararlı şeylerin ve fiillerin meşrulaştırılması tehlikesine düşer. Yani yağmurdan kaçarken doluya tutulur. Örneğin Müslümanlar Kur’an’da bahsi geçen “riba/faiz”, içki/şarap, zina, domuz eti, kumar, ölü hayvan eti, kan, koruma altındaki sahibi olan menkul malın çalınması (hırsızlık) gibi şeyleri haram sayarlar. Kur’an’da veya hadislerde bahsi geçmeyen, onlara konu teşkil etmemiş, o gün gündemde olmayan şeyleri “haram” saymazlar. Bu durumda yürürlükte olan “otorite/şâri” kriteridir. Helalı ve haramı belirleyen kriter, fiillerin ve nesnelerin yukarıda bahsetmiş olduğumuz doğası ve insanın gerekçe/delil gösteren vicdanı olmaktan çıkıp tek başına “Şâri” olduğunda, bu sefer başlıkta adı geçen “hile-i şeriyye” ve “kitabına uydurma”lar devreye girmektedir. Bu da düpedüz kendini ve Tanrıyı kandırma girişimidir. Şâri’nin helal-haram koyma kriteri, nesnelerin tabii doğası (pis-temiz) ve ahlaki eylemlerin fitne-fesat-fücur-mazarrata veya saadet, hayır, bereket, menfaat, maslahat doğurmaları iken; dogmatik dinsel bilinçte bu, Şâri’nin sebepsiz, kaprisli (tavakkuf-taabbud-imtihan) keyfi iradesine dönüşmektedir. Kur’an, yiyecek ve içeceklerde “helal” ve “haram” koymanın gerekçesini “temizlik-fayda (tayyibat)” ve “pislik-zarar (habisat)” olarak koymuş ve buna muhalif olarak Kitap Ehli’nin keyfi bir şekilde veya işgüzarlık olsun diye müntesiplerine koymuş oldukları haramları/ağırlıkları-zincirleri/boyunbağlarını kaldırmıştır (7/157).
Günümüzde yiyecek ve içeceklerde temiz-faydalı ve pis-zararlı kriterlerine göre hangilerinin “helal” ve hangilerinin “haram” olduğunu din âlimleri-ilahiyatçılar, müftüler, hocalar değil; doktorlar, diyetisyenler, ziraat ve gıda mühendisleri belirlemelidirler. Genetiği değiştirilmiş, raf ömrünü uzatmak için aroma vb. katılarak üretilmiş yiyeceklerin ve içeceklerin zararlı-zararsız olanları ancak laboratuvar tahlilleri ile anlaşılabilmektedir.