Teknolojinin Çerçevelediği Çağda Dindarlığın İmkânı

İnsan ruhu, tarihi süreç içerisinde kendinin/hayatın ve içinde yaşadığı dünyanın anlamının ne olduğuna ilişkin belli-başlı, büyük “Kültür Sistemleri”, “Dünya Görüşleri”, “Prototipler/Paradigmalar” üretmiştir. Alman filozof ve düşünce tarihçisi Walter Schubart, ritmik olarak birbirinin yerini alabilen başlıca dört kültür, kişilik, ruh veya prototipten bahseder. Bunlar, insanın dünya ile ilişkisini ele veren isimlendirilmeleri ile Kahraman, Uyumlu, Mesihçi ve Zahit ruh-kültür-kişilik-prototip-dünya görüşü ve paradigmalarıdır. Kahraman ruh, eski Yunanda ve 16’ncı yüzyıldan sonra tekrar Batı’da (Felsefe-Bilim-Teknoloji) egemen olmuştur. Uyumlu ruh, ana hatları ile Çin’de (Taoizm-Budizm-Konfüçyanizm); Mesihçi (vahiy/peygamber) ruh, Mezopotamya ve Akdeniz çevresinde (Yahudilik-Hristiyanlık-İslam); Zahit ruh, Hindistan’da (Hinduizm-Brahmanizm) egemen olmuştur. Bu ruhların egemenlik çağları değişik olduğu gibi; egemenlik çağlarında bütün alt-kültür sistemlerine (sanat, bilim, teoloji, ahlak, hukuk, siyaset, iktisat, mimari…) de kendi rengini/boyasını verir. Bir kültürün egemenlik çağlarında ve egemenlik coğrafyasında diğer ruh-prototip-kültürlerden lokal ve parçalar halinde unsurlar bulunabilir. Örneğin, Mesihçi ruhun egemenlik çağlarında ve coğrafyalarında Zahit ruhun (Kabbala-Manastır hayatı-Tasavvuf) lokal olarak bulunması gibi.

Biz bu yazıda şu an diğer kültürleri büyük ölçüde sönümlendirerek, gerileterek bütün dünyaya egemen olan “Kahraman” ruhun nitelikleri ve “Teknoloji” olarak açılan son halini tasvir ettikten sonra, “Mesihçi” ruhun bir alt şubesi olan İslam’dan (Osmanlı’dan) gelen-kalan Türkiye’nin hikâyesini ve hal-i hazır ruh-kültür-kişilik-prototip durumunu tasvir etmeye çalışacağız. Teknolojinin, -ipekböceği kozası gibi- insanlığı çepeçevre kuşattığı bu çağda, Türkiye’deki muhafazakârların “dindarlık” hallerini anlamaya çalışacağız.

Kahraman Ruhun-Kültürün Nitelikleri ve Hegemonyası

Walter Schubart, Kahraman ruhu şöyle niteliyor: “Kahraman kültür-zihniyeti ve insanı, dünyayı örgütçü çabasıyla düzene sokulması gereken kargaşa diye görür. Kahraman insan, dünya ile barışçıl olarak geçinmez; var olan biçimi altında ona karşı çıkar. Benlik güvenciyle, benlik gururu ve erk tutkusu ile doludur. Dünyaya bir köleye bakar gibi bakar; ona efendilik etmek ve onu kendi planları doğrultusunda şekillendirmek ister. Dünyaya kahraman insanın belirlediği amaçlar verilir. Bu insan, gözlerini yukarıya kaldırıp gökyüzüne saygıyla bakmaz; tersine, güç tutkusu ve gurur ile dolu olduğu için, aşağıya doğru, düşman ve kıskanç gözlerle yeryüzüne bakar. Tanrı’dan gitgide daha çok uzaklaşır ve deneysel şeylerin dünyasına gitgide daha çok gömülür. Laikleşme onun kaderidir; kahramanlık, başlıca yaşam duygusu; trajedya da sonu. Böyle bir dünyada, böyle bir kültür ve insan prototipinde her şey dinamiktir. Kahraman evrende hiçbir şey statik değildir. Prometheus gibi, Kahraman insan her güce ve her Tanrıya meydan okur; etkindir; gergindir ve alabildiğine enerjiktir. Buna uygun olarak Kahramanlık veya Prometheusçuluk çağları da özellikle dinamik, hareketli ve etkindir. Roma İmparatorluğu, gücünün doruğunda kendini böyle hissetmiştir. 16’ncı yüzyıldan sonraki Germen Roma Batısı’nda da bu prototip egemen olmuştur. Son 400 yılın Prometheusçu Batı kültürü, bu prototipin iyi bir örneğidir.” (P. A. Sorokin, Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri. Çev: Mete Tuncay, İstanbul, 1972, s. 117)

Martin Heidegger, metafizik bağlamda bu ruhu/kültürü/kişiliği/prototipi/paradigmayı: “Dünyanın kararması, Tanrıların kaçışı, yerkürenin tahribatı, insanların kitleselleşmesi, yaratıcı ve hür olan her şeye karşı nefretçi kuşku” olarak yorumlar. (M. Heidegger, Metafiziğe Giriş, çev: M. Keskin, İstanbul, 2011. S. 54) Maneviyatın yanlış yorumu olarak bu ruh, Ruh’un (geist) zekâ olarak farklı yorumlanmasıdır. Zekâ olarak tahrif edilmiş bu ruh, ele geçirilmesi öğretilebilir, kullanımlık bir “alet/araç” durumuna dönüşür. Ruh’un “alet/araç” olarak algılanması ile ruhun başlıca yordamları olan şiir, güzel sanatlar, din ve devlet, bilinçli bakım ve planlamanın çemberine alınır ve nihayet Ruh, şatafat ve ihtişam parçalarına dönüşür. (Heidegger, Metafiziğe Giriş, s. 56 vd.)

Teknolojinin Metafiziği

Son 400 yıldır önce Batı’ya, sonra bütün dünyaya egemen olan Sorokin’in isimlendirmesi ile Prometheusçu; Schubar’ın isimlendirmesi ile “Kahraman” kültürün son yüzyılda geldiği aşamayı Heidegger, Nietzsche’nin metafizik kavramları ile “Ebedi Dönüş” ve “Güç İstenci” olarak niteler. Var olan şeyleri tarihsel kavrayışımızı belirleyen metafizik, kendimizin ve herhangi bir şeyin “ne” olduğuna/ne anlama geldiğine ilişkin kabullerimizi belirler. Bu, geç modernitede kendini “teknoloji” olarak somutlaştırır. Teknoloji, artık insan hayatını kolaylaştıran araçlar toplamı olmaktan çıkar; dünyanın ve insanın anlamına, dünyanın ve insanın çerçevelenmesine/çepeçevre kuşatılmasına (Gestell) dönüşür. İpekböceği ve ördüğü koza arasındaki ilişkide olduğu gibi. Şimdi Heidegger’in bu yorumunu ve tasvirini biraz açalım.

“Günümüzde, Batı kültürünün bu Nietzscheci ontolojiye düşünülmemiş bağlılığı, bizi, kendimiz dâhil bütün entiteleri Bestand’a, yani optimize edilmesi, düzenlenmesi ve maksimum randımanla çoğaltılması gereken anlamsız pür kaynaklara/hammaddelere dönüştürmeye sürüklüyor… Varlık, önceden hesaplanabilir olandan başka bir şey değildir. Nitekim varlığı teknolojik kavrayışımız, bir ‘hesaplayıcı düşünme tarzı’ üretiyor. Bütün niteliksel ilişkileri, niceliksel ilişkilere; internetteki ‘pür dolaşım ağına’ girmeye hazır dijital verilere dönüştüren bir düşünme tarzı.” (Iain D. Thomson. Heidegger-Ontoteoloji. çev: H. Arslan, İstanbul, 2012, s. 94). “Aslında bizler, kendimizi bile dünyayı teknolojik yeniden şekillendirme tarzımıza temel teşkil eden, nihilistik terimlerle anlamaya çalışan geç modernleriz. Artık objektif dünya önünde/karşısında duran, bilinçli özneler değiliz; hatta ister kozmetik tarzda ister psiko-formotolojik, hatta ister sibernetik tarzda olsun, optimize edilmesi, düzenlenmesi ve maksimal randımanla artırılması gereken, doğası gereği anlamsız kaynaklarız.” (s. 95). “Çünkü post-Nietzscheci çağımızda giderek kontrol altına alınacak/kontrol dışı hiçbir özne kalmamıştır. Keza, ‘özne’ de, emre amade ‘rezerv’e dönüşmüştür; şirketlerdeki ‘insan kaynakları’ departmanlarında olduğu gibi.” (s. 101-102). “Çerçeveleme, bizi içine aldığı ölçüde, her şeyi kontrol etme güdüsü, kesinlikle kontrol edemeyeceğimiz bir güdüdür.” (s.104). “Üniversitelerin çağdaş teknolojizasyonu, onunla birlikte hocaların ve araştırmacıların online ‘içerik tedarikçilerine’ indirgenmesi, yeterlilik ve esneklik adına ‘part-time’ hocaların marjinalleşmesi, modern ‘özne’lerin, geç modern ‘kaynak’lara dönüşmesine yol açan temel mantığı yalnızca yaygınlaştırır ve böylece kristalleştirir.” (s. 102)

Mesihçi Kültür ve Türkiye’nin Hikâyesi

M.S. 7’nci yüzyıldan itibaren Mezopotamya, Orta Asya ve Akdeniz çevresinde aktüelleşen İslam İmparatorlukları (Emeviler, Abbasiler, Endülüs, Babürler, Selçukiler, Osmanlılar…), Schubart’ın “Mesihçi Kültür” olarak kodladığı kültürün son versiyonudur. (İlk versiyonları Yahudilik ve Hristiyanlık). Schubart, bu tipin/ruhun… karakterini şöyle tanımlıyor: “Kendilerini, tasarısını anlatılamayacak bir biçimde taşıdıkları üstün tanrısal düzeni yeryüzünde gerçekleştirilme görevine çağrılmış hissederler. Mesihçi insan, kendi içinde hissettiği uyumu, çevresinde de yeniden kurmak ister. Dünyayı olduğu gibi (Uyumlu kültürde olduğu gibi-İG) kabul etmez. Kahramanlık insanı gibi, o da bu dünyayı değiştirmek ister; ama kendi benlik iradesi ya da benlik doyumu/gurur için değil; ona Tanrı tarafından verilen ödevi yerine getirmek için değiştirmek ister. Uyumlu insan gibi, o da dünyayı sever; fakat olduğu gibi değil; olması gerektiği gibi dünyayı sever. Uyumlu insanın ereğine erişilmiştir; Mesihçi insanın ereği ise, çok uzakta, gelecektedir (Ahiret-İG). Ancak, Zahit insanın/prototipin aksine, o, bu ereğe ulaşılabileceğine kesinlikle inanmaktadır…” (Sorokin, Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri, s.119).

Schubart’ın Mesihçi ruhun nitelikleri olarak saydığı hususlar, Hz. Nuh’tan itibaren Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin tekrarladığı; Tanrı’nın “denenme” için yarattığı insandan beklentilerini, yani yeryüzünü imar ve insanlığı ıslah etme misyonunu (Halifelik) ifade eder.

Türkiye, böyle bir kültür-ruh-kişilik-paradigmanın “İslam” fraksiyonunun, “Osmanlı” bedenlenmesinin yıkılmasından sonra kurulmuş “Modern” seküler bir ulus-devlettir. Bilim ve teknoloji, 19’uncu yüzyılda siyasal ve iktisadi olarak hayatta var kalmanın ön-koşulları olduğu ve bu yüzden Osmanlı yıkıldığı için, yeni Türkiye, varlığını sürdürebilmek gayesi ile kurumsal dini (Hilafet/Saltanat-Şeriat-Tarikat) ilga ederek çağdaş (Prometheusçu-Kahraman) Batı kültürüne öykünen bir devlet kurdu. Çağdaş Türkiye’de yardımseverlik, misafirperverlik ve akrabalık bağlarının güçlü oluşu, “Mesihçi” ruhun tipik tezahürleri olarak hâlâ devam etmektedir. Buna rağmen, “Kahraman” kültürün geç-modern açılımı olan “Teknolojik” çerçeveleme (Gestell-İpekböceği kozası), Anadolu insanını da -seküler-muhafazakâr kesimleri ile- etkisi altına almıştır. Kahraman kültür, Mesihçi ruhu Anadolu coğrafyasında artık bir “kap” olmaktan çıkarıp, “kalbur”a çevirmiş durumda. Şimdi, bunun göstergesi olarak kendilerini “Muhafazakâr” olarak niteleyen kesimlerin “dindarlık” hallerine bakalım.

Mesihçi Ruhun Kahraman Ruh ile Sentezlenişi: Muhafazakârlık

Mesihçi ruh (İslam), devrimden (1923-30) sonra, 1950’lere kadar yeraltında; sonraları su yüzüne vurarak 2000’li yıllara kadar cemaat-tarikat ve siyaset olarak bir varoluş gayreti gösterdi. Kendini gerçek kimliği ile ifade edemediği için, politik “Sağcılık” olarak kodladı. 1980’lerden itibaren de, ABD/CIA ile simbiyoz bir yaşam tercih eden “The Cemaat/Hizmet Hareketi” ve 2000’lerden itibaren Batılı bir kavram olan “Muhafazakâr Demokrat” AK Parti olarak farklı bir faza geçti. 2015’e kadar iş birliği halinde Türkiye siyasetine hükmeden muhafazakârlar, daha sonra politik-teolojik bağlamda anlaşmazlığa düşüp kavga ettiler; Cemaat, AK Parti’ye saldırdı ve çatışmada yenildi. 2015’ten itibaren AK Parti, tek başına ülkeyi yönetiyor. Kahraman ruhun, belli oranlarda Mesihçi beden içinde -bir nevi- enkarne olmuş bir afazi durumunu yaşıyoruz. Bu yenilmiş Mesihçi bedende, -gösterişler olarak- Kahraman ruhun semptomlarını şöyle sıralayabiliriz:

Rant tutkusu ve siyasal güç istenciyle yeşili çiğneyerek, beton aşkı ile “devasa (gigantic-gösterişçi)” mimari yapılar üretme: Yassı Ada (Haksız bir idamla adı çıktı; “Anıt” olsun diye yüzde 95’i betona gömüldü). Tepelere cami dikme, şehir hastaneleri, adliye binaları, TOKİ, köprüler, tüneller, oto-yollar, her ile havaalanı vs. Muhafazakârlığın belirtisi olarak da bu yapılara tarihsel şahsiyetlerin isimlerini verme (Fatih-Yavuz, Osman Gazi, Menderes…). Bunların “ihtiyaç” olduğuna hiç kimsenin şüphesi olmaması. Nasyonal Sosyalist Partisi, siyasal “Güç İstenci”nin sembolizmi olarak Almanya’da dev mimari binalar ve oto-yollar inşa etmişti. Benzer bir durum, ABD de gerçekleşti. Mesihçi kültür/ruh tarafından Kahraman ruhun bu semptomuna karşı eleştirisi şöyledir: “Siz her yüksek yere sembolik bir anıt yapıp onunla övünecek misiniz? Sonsuza kadar yaşayacakmış gibi, müstahkem malikâneler/saraylar mı ediniyorsunuz? Başkalarının hukukuna el uzattığınız zaman, böyle zorbalıkla mı yapıyorsunuz?” ( Kur’an-26/128-130).

Maden cevheri uğruna ormanların ve zeytinliklerin sökülmesi. Enerji uğruna nehirlerin, derelerin, çayların barajlarla ve HES’ler ile doldurulması. Akdeniz ve Ege sahillerinin her metresinin potansiyel “turizm-rant” alanı olarak görülmesi. Dünyanın gelişmiş ilk 10 ekonomisi içine girme hedefi: “Güç İstenci” (Nietzsche). Ekonominin maksimi olarak GSMH’yı, yani kişi başına düşen yıllık geliri artırmayı (zenginliği-vahşi kapitalizmi), sınırsız büyümeyi, -adil veya karşılıksız paylaşım, kanaatkârlık, yerine- Allah’ın emri gibi nihaî gaye olarak koyma. Ankara’daki “Çukurambar” semti örneğinde olduğu gibi, ülkenin her yerinde yapılan yüksek katlı binaları (kuleleri-rezidansları) -yenilmişliğin, aşağılık psikolojisinin semptomu olarak- İngilizce isimler ile onurlandırma. Örneğin: Armada, Mövenpick, Farilya, Next-Lewel, Green Office, Grand Mercure, Pasific, Point… Muhafazakârlığın emaresi olarak da bir tane tarihe rüşvet (“1071-Usta”); bir tane de dine rüşvet (“Me’va”) olarak isim koyma (Bu arada Kur’an’da geçen “Me’va” kavramı, nihaî varılacak yer olarak “cennet” olabileceği gibi; cehennem de olabilir). Kaldırımları yürünemeyecek halde reklam ikonları ile doldurup; içgüdünün taşması olan çok katlı binalar arasına rüşvet kabilinden bir iki cami koyma. Başörtüsünü politik bir simgeye dönüştürürken; tesettüre de -marka ismi olarak- yine İngilizce bir onuru yükleme: “Setrms”

Siyaseti “Dâvâ”, uğrundalık, fedakârlık, hizmet, adalet, kalkınma kavramları gölgesinde (bunlar ile birlikte); aynı zamanda harp (hile), kurnazlık, rant, müteahhitlik, yalan/kandırma, tahakküm, güç istenci, “win-win”, iktidar tutkusu, itibar ve kin olarak icra etme. Vatandaşın deyimi ile: “Çalıyorlar; ama çalışıyorlar”. Ruh’un zekâya veya kabın kalbura çevrilmesinin ibadet-i mersumedeki yansımaları: Hacc: Günahları dökme. Umre ziyaretinde beş yıldızlı otelde konaklama: “Kâbe, ayağınızın altında” (Umre-Tur şirketinin mottosu). Oruç: Aç kalmanın intikamını, mükellef iftar sofralarında alma; ziyafet için aç kalma. Namaz: Cenneti garantilemenin ödeneği (sevap kazanma). Kurban: “Hem sevap; hem kebap”. Kandil: Yıllık sevap “bonus”ları… Bu durum, bu ibadetleri yerine getirenlerin tümünün halet-i ruhiyesini ifade etmez. İbadetleri, vazediliş amacına uygun ifa eden muttaki müminler de çok sayıda mevcuttur. Ancak, bir kısmının böyle olduğunu iddia ediyoruz.

Sonuç

Avrupa’nın icat ettiği Prometheusçu-Kahraman Kültür/kişilik/ruh/prototip/dünya görüşü/paradigma, Mesihçi ruhun ortaçağlardaki parantezinden sonra (16’ncı yüzyıldan sonra) tekrar aktüelleşerek önce Avrupa’da, sonra da ABD’de egemenliğini tesis etti. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra da, Faşizmle birlikte bağrından çıkarmış olduğu materyalist Marksizm (Komünizm) ile Rusya’yı ve Çin’i etkisi altına aldı. Rusya, Mesihçi ruhun; Çin, Uyumlu ruhun yurtlarıydı. Osmanlı’nın parçalanması ile Mesihçi ruhun son fraksiyonu (İslam) da etki altına alınmış oldu. İngilizlerin Hindistan’ı işgali, Zahit ruhun sakatlanmasını ve sönümlenmesini doğurmuştu. Bu kültürün son aşamasını, Heidegger, Nietzscheci “Güç İstenci” ve “Ebedi Dönüş” metafiziği/onto-teolojisi bağlamda Teknolojik “Çerçeveleme (Gestell)” olarak nitelemişti. Bizim kullandığımız metafor ile “İpekböceği Kozası” veya “Elleri (ve de kalbi-kafası) ile yaptığının/kazandığının/ortaya koyduğunun rehini olma.” (Kur’an-74/38). Bu gelinen son noktayı “Tarihin Sonu” (Fukuyama), “Postmodernizm (Nihilizm)”, “Trans Hümanizm”, “Homo Deus” (Hariri), “Tanrı Tutulması” (M. Buber), “Tanrı’nın Ölümü” (F. Nietzsche), “Tanrıların Kaçışı” (Hölderlin), “Kutsal Kubbenin Çöküşü” (M. Weber), “Katı/Kutsal olan her şeyin buharlaşması” (K. Marx), “Çölün Büyümesi” (F. Nietzsche), “Çorak Ülke” (T.S Eliot) … olarak isimlendirenler oldu. Özetle Çağın Ruhu (Zeitgeist), Rahmani değil; Şeytani. Atmosfer zehirli gazlarla dolu. İklim, kurak ve kıtlık. “Yer demir; gök, bakır”. Bu çağdaki “dindarlık”lar, “Cahilin sofusu, şeytanın maskarasıdır” fehvasınca, biraz kavruk-yamuk, paçoz, anakronik, yer yer psiko-patolojik ve komik görünüyorlar. Yine de Allah’tan ümit kesilmez. “Allah’tan başkasını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev ören örümceğin durumu gibidir; oysa evlerin en zayıfı örümcek evidir. İnsanlar, keşke bunu bilebilseler.” (29/41). İnsanlık, Tabiata (tekvini ayetlere) dönmedikçe; Güneş sistemini ve Ekosistemi ibretle düşünmedikçe; Allah’ın tenzili ayetlerini (Kur’an’ı) hikmetle okuyup düşünmedikçe ahlaka-dine (Mesihçi ruh) dönemeyecek.