Taliban-IŞİD ve FETÖ: Sünniliğin Krizi

Şii “İmamet” doktrini/teolojisi, -Şah İsmail’in yenilgisinden sonra- yirminci yüzyılda politik düzlemde Ayetullah Humeyni ve “İran Devrim”i olarak yeniden aktüelleşti. Sonuçları ortada. Sünni siyaset doktrini olan “Hilafet-Saltanat” ise, On dokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın başlarında Osmanlı imparatorluğunun çökmesi ile sona erdi.

Yirminci yüzyılın başlarında İslam dünyasında orduya, tek partiye, kabile ve dine dayalı (Pakistan) Ulus Devletler kuruldu. Bu yönetimlerin çürümesi ve kokuşması ile İslam yeniden umut ve alternatif arayışı olarak tezahür etmeye başladı. Mısır’da kurulan “İhvan-ı Müslimîn” hareketi İslam dünyasını etkiledi. Pakistan’daki “Cemaat-i İslami”, Tunus’taki “Nahda”, Cezayir’deki “FİS” Filistin’deki “Hamas”, Türkiye’deki “Milli Görüş”, Endonezya’daki “Nahdatu’l-Ulema”…, demokratik seçimlerle iktidar arayışındaki İslami hareketlerdi. Bu hareketlerin ortak paydası, seçimi-sandığı araç/aparat olarak benimseyen; özünde ise, otokratik-totaliter oluşlarıdır. Sünni teolojinin tecdit edilmemiş olması durumu, politik bağlamda tarihsel bagajı (otoriterlik- kişi kültü) sırtlarında taşımayı doğurdu. Süper güçlerin İslam dünyası üzerindeki baskıları altında bu hareketlerin başarı ve başarısızlık durumları ortadadır.

Yirminci yüz yılın ikinci yarısından itibaren gelişen üç politik hareket, Sünniliğin teolojik çıkmazlarını bünyesinde taşımanın yanında; doğdukları toplumların antropolojik ve sosyolojik bagajlarını da birlikte taşıyorlar. Bunlar Hanefi-Sünni-Afgan/Peştun “Taliban”, Selefi-Arap “IŞİD” ve Türk-Tasavvuf “The Cemaat/Hizmet Hareketi-Fetö” hareketleridir.

Taliban ve IŞİD’in dini-politik radikalliğini doğuran temel husus, ABD ve Rusya gibi süper güçlerin ülkelerinde yarattıkları hegemonya, işgal, baskı ve sömürüdür. Bu hareketler ile Hz. Muhammed’in Mekke’deki oligarşi ile karşı karşıya kaldığı politik durum arasında bir analoji yapmak mümkündür. Allah, Hz. Muhammed’e bu durum karşısında şöyle bir tavsiyede bulunmuştur:

Vahyi yalanlayanlara boyun eğme. İstiyorlar ki sen onlara yağcılık yapasın; onlar da sana. Yemin edip duran, daima kusur arayıp aşağılayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha gömülmüş, küstah, soysuz ve güçlü-zengin… olanlara sakın boyun eğme. (68/8-15).

Türkiye’deki “Cemaat/Hizmet Hareketi-Fetö” ise, radikal olmayıp; tam tersine mevcut yönetime karşı ılımlı/moderate, töleranslı, takiyyeci, yağcı, mehdici, menkıbeci, rüyacı, yeraltıcı/paralel bir yapı kurarak mevcut rejime-sisteme, hegemonyaya karşı çıkmaya çalıştı. Türkiye’nin yerli-milli, seçilmiş hükümetine karşı ABD/CİA ile işbirliğine girişip onu zorla devirmeye kalkıştı (15 Temmuz Darbe Girişimi). Bu hareketin liderinin (Fetullah Gülen) mistik karakteri/aklı-düşüncesi, harekete böyle bir absürd strateji oluşturdu. Şimdi bu üç hareketin Sünni ortak ve yerli/milli-antropolojik genetikleri üzerinde duralım.

Teolojik Genetik

İslam, cami cemaati ile cemiyeti özgür bireylerden oluşan ve birbirleri ile dayanışan, dostluk kuran kardeşler olarak; gayrimüslimler ile de hakkaniyete/adalete dayanan sözleşme (ahit/akit) ile birlikte yaşayan bir toplum oluşturmayı hedeflemişken; bunu da “şura” ve  “emanet” ilkeleri ile tesis etmeyi tavsiye etmiş iken; Sünnilik, politik bağlamda Emeviler döneminde zorla boyun eğdirme (saltanat) üzerine kurulmuştur 

Her üç hareketin mevcut otokratik ve totaliter yapıları buradan gelmektedir. Nesh, içtihat ve icma ile başlayan İslam’ın, Sünni Ortodoksi oluştuktan sonra bunları terk ederek taklit, tekrar ve dogmatizme yuvarlandığı bilinmektedir.

Mevcut hareketlerdeki “anakronizm” de yine Sünnilikten kaynaklanmaktadır. “Mevrid-i nasta içtihada mesağ yoktur= Nassın olduğu yerde içtihat yapılmaz” dogmatik ilkesini geliştirerek, Kur’an’da mevcut olan (2/106, 13/39, 16/101) “Ezmanın tağayyuru ile ahkâmın tağayyuru inkâr olunamaz =Zamanın değişmesi ile hukuki hükümlerin değişmesi inkâr olunamaz” ilkesini âtıl bırakan yine Sünniliktir: Kur’an’da ve Sünnette varit olan hukuki ahkâmın bir kere/mutlak olarak, bütün insanlık ve tüm zamanlar için geçerli olduğu inancı.

Dinde ve dindarlıkta bireysel düşünme ve vicdan, Kur’an tarafından sürekli tavsiye edildiği halde; bunu terk ederek taklidi, dogmayı tekrarı ve geleneği –cahiliye Araplarındaki katı gelenekçi mantıkta olduğu gibi-  “sünnet” kavramı ile gelenekleştiren yine Sünniliktir. Bu hareketlerin her üçünün de katı-muhafazakâr ve gelenekçi oldukları müsellemdir. Örneğin, Taliban’ın ve İŞİD’in, kadın mevzusundaki -dünyayı şok eden-  uygulamaları, klasik Fıkıh Usulü’nün, kaynakların (Kur’an ve Sünnet) mutlaklığına ilişkin teolojik kabulün dürüstçe uygulamalarıdır. Diğer ülkelerde kadın mevzusunda atılan adımlar, ya Sünniliğe rağmendir veya Sünnilerin –usule dokunmadan-  yaptıkları “Hile-i Şeriyye”ler veya “Kitabına uydurma”lardır.

Antropolojik-Sosyolojik Genetik

1. IŞİD

IŞİD, Arap antropolojisinden ciddi genetikler taşımaktadır. Arapların ta cahiliyeden beri çölde yaşamanın doğurduğu şiddete teşne olma, çapulculuk, kabilecilik ve katı gelenekçilik (selefilik), bu harekette yoğun olarak bulunmaktadır. Kurdukları Halifelik devletinde “şeriat” adına yaptıkları uygulamalar, herkesin hafızasındadır.

2. Taliban

Çoğunluğu Peştunlardan oluşan (diğerleri: Şii Hazaralar, Tacikler ve Özbekler) bu hareketin katı muhafazakârlığını, Afganistan’ın dağlık coğrafyası, ulaşım zorluğu, ekonomik yoksulluğu ve eğitim düzeyinin düşüklüğünün belirlediğini söyleyebiliriz.  Sertlikleri, coğrafya ve etnik kökenden kaynaklanıyor olabileceği gibi; “El-Kaide” selefiliğinin, bölgeye olan nüfuzundan da kaynaklanıyor olabilir.

3. FETÖ

Bu hareket, kuruluşu itibari ile bir “Derviş Devlet” olan Osmanlıdan gelen “Tarikat” ve Cumhuriyet devrimlerinin, erken dönemde yarattığı dinsel muhalefetin, içerlemenin-uçuklamanın örgütlenmesi olan “Cemaat” olgularının birlikte bir sentezidir. Nakşiliğin Halidi kolundan gelen Kürt kökenli Said Nursi’nin, “devir, ‘tarikat’ devri değil; ‘cemaat’ devridir” diyerek yaratmış olduğu “Nurculuk” cemaatinin bir uzantısıdır. Nurculuğun cemaat demografisi, genellikle “Türk” kökenli iken; bazı tarikatların şeyhleri Kürt;  mürit demografisi, yine/genellikle Türk kökenlidir. Cemaatin sivil “görünümlü politikliği”, hem Türklerin “Asker Millet” oluşu ile hem de Tarikatların ta başından beri devlet ile iç içe (iş birliği) ve ona isyan etme geleneği (Babailer, Celaliler, Şeyh Bedreddin, Hurufiler…) ile uyumludur. Cemaatin/Hizmet Hareketinin, “Paralel Yapı” olarak isimlendirilmesi, Tarikatların, Osmanlı devleti içindeki örgütlenmesi (örneğin, birçok padişahın bir şeyhe bağlı olması ve Yeniçeriler) ile de paraleldir. Ayrıca “takiyye” de, salt Şiiliğe ait bir marifet değildir.

Bu hareket, kılık-kıyafet ve eğitim düzeyi itibari ile diğerlerinden ayrılır. Taliban ve IŞİD, salt geleneksel (Medrese) eğitim aldıkları halde; Fetö, meslek eğitimini modern okullarda; özel dini eğitimini de “Işık evleri”nde vermekte idi. Cemaatin bağlıları, grand tuvalet giyinirler: Bukalemun taktiği.

Sonuç

Bu hareketlerin ortaya koydukları performansta görülenler şunlardır: 1- İstikametinden (doğruluğundan) bağımsız olarak iman gücünün, fiziki güç karşısındaki başarısı. 2- Taliban ve IŞİD, 1400 yıl öncesinin toplum tarzını “İslam” diye tekrar etmektedirler. 3- ABD ve Rusya gibi süper güçlerin İslam dünyasındaki emperyalist emelleri,  İslam’ı “Şiddet (Cihat)” boyutu ile özdeşleştirmektedir. 4- Sünni ortodoksi’nin tecdit edilmemiş dogmatik yapısı, olduğu gibi tezahür edebilmektedir.  Bunlar da: a) Eş’ariliğin “Hikmetinden sual olunmayan” Tanrı tasavvuru. b) Eş’ariliğin “İnsan, görünürde hür; aslında fiiline zorlanmıştır” ifadesine dayanan “Kaderci” insan tasavvuru. c) Yaratılmamış, “Kadim” Kur’an teorisi. d) Kur’an ve Sünnet’in bütün hükümlerinin, mutlak yani bir kere –herkese- bütün zamanlar için vazedildiği inancı. e) Emevilerin zorla yarattıkları, “Şura” yerine kişi kültüne ve kabileciliğe dayanan “Saltanat ideolojisi”. f) Abbasilerin, “Zıllullah” kavramı ile yarattıkları “Hilafet Teokrasisi”.