Ruhsuz Dünya veya Vicdanın Çürümesi

“Su dayandı, su dayandı
Od (ateş) düştü, suda yandı Seğirttim (koştum) su serpmeye
Serptiğim su da andı.”

Kerkük Türküsü

RUHUN MONOTEİST MAHİYETİ

Ruh, insanı hayvandan ayıran vicdani/ahlaki kapasitedir. Tanrılık bir niteliktir. Allah tarafından insana üflenmiştir. Canlılık yani hayatiyet/hayvanlık, biyolojik varlıkların ortak niteliğidir. Seslenme-iletişim (dil) de, canlıların ortak niteliğidir. Av bulma ve av olmama anlamında “akıllılık” da canlıların ortak niteliğidir. Ruh’u asıl kabul edip bedeni-biyolojiyi, hayatı-hayatiyeti-hayvanlığı küçümseme, Mistik öğretilerin temel davasıdır. Züht, riyazet, çile çekmek, Mistisizmin ahlak davasıdır. Ruhu inkâr edip maddeyi-fiziği, biyolojiyi-bedeni, hayatiyeti-hayvanlığı, güç istencini, hazzı-zevki, hoşlanmayı-mutluluğu dava yapmak da, seküler materyalist felsefelerin, öğretilerin, doktrinlerin işidir.

Peygamberlik öğretisi (Nuh-İbrahim…), ruh-beden, maddi-manevi, dünya-ahiret, ilahi-insani, halik-mahlûk, zahir-batın, şehadet-ğayb birlikteliğini savunan bir sağduyu-orta yol ahlak-toplum davasıdır. “Mübarek” kavramı, “Sa’y” fiili, “İman ve Salih amel”, Doğu ve Batı’nın Materyalist-Mistik ifrat ve tefritlerine karşılık bu birlikteliği ifade eder. Ruh veya Vicdan duyu (göz-kulak) verileri, düşünme (mantık/nedensellik), ahlaki duygulanım ve sezgi kabiliyetlerinin birliği/bütünlüğü olarak tezahür eder. Tıpkı bal, süt, su ve inci tanesinde olduğu gibi. Ruh/Vicdan, süper-egonun (toplum) bireydeki izdüşümü/yansıması değil; hasbî ve muhasibî olma hali yani sürekli teyakkuzda olma, tetikte olma olarak “Takva”dır. Uykusuz olma, kül yutmama, mutmain/huzurlu olmaktansa; mustarip ve huzursuz olma halet-i ruhiyesidir. Peygamberin bile saçlarını beyazlatan, onu ihtiyarlatan vicdanını diri tutma buyruğudur: “Emrolunduğun gibi, dosdoğru ol.” (11/112).

Yahudilik, bu davayı “dünyevileşme” ve “ırkçılık(seçilmişlik-siyonizm)” yönünde tahrif etmiştir. Hırıstıyanlık -ki aslında bu tahrifata bir “Ruh” üfleme(Ruhu’l-Kuds) davasıydı-, uzak doğunun Mistik-Zahit öğretisine bulanarak bir “Rahbaniyet/Ruhbanlık (Kilise)” davası olarak kristalleşti: “Hz. İsa’ya tabi olanların kalplerine şefkat ve merhamet duygusu koyduk. Kendilerinin (işgüzarlık olsun diye) uydurdukları “Rahbaniyet”e gelince; biz, bunu onlara emretmemiştik.” (57/27). Müslümanlık, peygamberlik öğretisinin son reform/tecdit ve update davası olarak tecelli etmişti

BATI’NIN RUH’A İHANETİ

Kadim dönemde Metafizik (felsefe), modern dönemde Kartezyen ikicilik (Ruh-Beden) ve Fenomenoloji, Derrida’nın deyimi ile “Huzur Metafiziği”, Levinas’ın deyimi ile “Ontolojik Emperyalizm”, Heidegger’in deyimi ile “Ruhtan zekâya geçiş”, Nietzsche’nin deyimi ile “Tanrı’nın ölümü”, Hölderlin’in deyimi ile “Tanrıların göçüp gitmesi”, M. Buber’in deyimi ile “Tanrı Tutulması”, Hegel’in Tin-Tanrı-Madde (Geist)Tümcülüğü ve Spinozanın tek cevherci panteizmlerinden geçerek sonunda “Bilim-Teknoloji” şeklinde tecessüm etti. Hümanizm (İnsan Hakları), “İnsan İnsanın kurdudur” deyimi, Ulus-Devlet/Milliyetçilik, Faşizm, Kapitalizm ve iki “Dünya Savaşı”, bu dönüşümün politik ve iktisadi görünümleridir. Marksizm/Sosyalizm-Komünizm/Eleştirel akılcılık, bu ontolojik emperyalizme karşı Ortodox Rus Mesihçiliğine (SSCB) ve Çin Budizmine yedirilmiş materyalist ve umutsuz bir direnişti; başarılı olamadı. Çünkü temel öncülleri/nihaî mukaddemleri, aynı genetiğe ait idi: Sorokin’in isimlendirmesi ile “Duyumcul Kültür” veya W. Schubart’ın isimlendirmesi ile “Promethausçu-Kahraman İnsan”.

UZAK DOĞUNUN HAVLU ATMASI

Hinduizm, Hegel’in deyimi ile “Yüce/kutsal ve iğrencin sentezi” olarak, -İngilizlerin ayartması ile- kendini kolayca bu ruhsuzluğa teslim etti. Budizm-Taoizm-Konfüçyanizm (Japonya-Çin), Mimemis (taklit) ve Mao kanalı ile kendini inkâr ederek (Kültür Devrimi), bu astarı ontolojik, yüzü de politik-iktisadi emperyalizme teslim oldu ve Batı ile (Avrupa-ABD) yarışmaya-boy ölçüşmeye başladı. Rusya da, Mesihçi Ortodox ruhunu terk edip, iki yüz yıldır Batılılaşma macerası yaşamaktadır; onun tarafından kabullenilmese de.

TEOLOJİNİN-TARİHİN İSLAM’A ETTİKLERİ

Müslümanlık, Önce Arapların hamiyeti (Emevi-Abbasi), sonra Türklerin himayesinde (Selçuklu-Babür-Timur-Osmanlı) Sünnilik teolojisi ile kendini bir nebze gösterdi. Ancak, bu teolojinin bazı dogmatik çıkmazları/omurga yamukluğu ve Arapların şiddete teşne tabiatları, çapulculukları ve kabilecilikleri yüzünden; Türklerin ise, göçebe-asker tabiatlarından dolayı (Fütuhat-Ganimet Ekonomisi) insanlığa hayırhah bir örneklik sergileyememeleri yüzünden, Dünyanın Batılılaştırılmasına ve Amerikanlaşmasına engel olamadı. Şiilik, Pers Mecusiliği, Hint/Arî panteizmi, Yeni Platonculuk sentezi” İşrakilik/Nur ontolojisi” ve “İmamet” mitolojisi ile “İslam” ile ilişkisi ciddi olarak tartışılması-sorgulanması gereken bir mevzudur. Bir bedevi-Arap psikolojisi ve dindarlık hamiyeti olarak “Haricilik” ise, kendini günümüzde teknolojik “Gestell=Tecno-city”lerde psiko-patolojik terör/ölüm (İŞİD-el-Kaide…) olarak aktüelleştiriyor.

Geçerken Sünniliğin Kur’an-Peygamber (Sünnet) yani “İslam” adına işlediği bazı teolojik-dogmatik “Asli Günah” lara değinmem gerekirse: 1- Bir “Vicdan Çalışması” olan Kur’an’ın yirmi küsur sene boyunca her vesile ile ve –sokak insanı için- yoğun düşünme (tefekkür-taakkul-tezekkür-teemmül-tafakkuh-taabbur-nazar-rey…) talepleri ile diriltmeye çalıştığı ruhu/vicdanı/kalbi (fuad-lübb)/basireti kaynakları (Kur’an-Sünnet) dondurarak-mutlaklaştırarak, müminleri taklide sevk ederek dumura uğrattı (İlmihal/itikad-ibadet müslümanlığı). 2- Denenmenin temeli olan özgür iradeyi inkâr ederek (Kader-Cebir) müminleri köleleştirdi/kötürümleştirdi, felç etti. 3- Kur’an’ın politik ilkeler olan emanet, ehliyet/liyakat, şura, adalet ilkelerini tağşiş ederek, kişi kültünü/saltanatı ve teokrasiyi (zıllullah) meşrulaştırıp yöneticileri çoban; halkı da sürüleştirdi. 4- Mistisizmi meşrulaştırarak (Tasavvuf) Kiliseye benzer “Din Bürokrasisi” oluşturup (Şeyh, Veli, Gavs, Kutup, Ricalu’l-Ğayb…) hür cami cemaati olan müminleri, -ğassalın elindeki ölü gibi- müritleştirdi. 5- Kurucuları dahi “tüccar” olan; ahlakı, veresiye (Ahiret) ticaret üzerine kurulmuş; ticaret, tarım-hayvancılığı, üretimi, alın terini, ekonominin meşru temeli yapan bir dini “Fütuhat”, “Cihat”, “Daru’l-Harp” kavramları altında “Ganimet Ekonomisi”ne dönüştüren Antropolojik (Arap-Türk) bir içgüdü/habitus. Özel mülkiyet, ticaret ve üretim (tarım-hayvancılık) üzerine kurulmuş bir dini, Allah-Halife-Sultan-Devlet dolayımları ile gasp ettiği ganimeti “Orta-malı”, “Miri malı”, “Allahlık”, “Arpalık”… yapıp; herkesin/kamunun olması gereken malı, “hiç kimsenin” malı yapıp; sonra da har vurup harman savurma: “Hay’dan gelen, Hu’ya gider.” Lafa gelince: “Tüyü bitmemiş yetimin hakkı” edebiyatı yapıp, mangalda kül bırakmazken; pratiğe gelince, Kamu malından siyasi ve bürokratik ekibin, nüfuz üzerinden yapmış olduğu kamu malı hırsızlığını “Hırsızlık” ve “Suç” olarak kodlayamama; “Hukuk” a dönüştürememe ve halkın da, bunu, “norm-al” görme ikiyüzlülüğü: “Bal tutan, parmağını yalar.” “Harmana koşulan öküzün önünden alaf esirgenmez.” “Devlet malı deniz, yemeyen domuz.” “Kazı-Kazan (Kumar).” “Nerde beleş, orda yerleş.” “Sallabaşını, al maaşını.” “Gecekondu (Gasp)”. “Emsal (Rant)”…

Başlıkta alıntıladığım Kerkük türküsünde geçen “dayanma” ve “yanma” metaforları, vicdanın kararmasını, dumura uğramasını, çürümesini ifade eder. Vicdanın çürümesi, Ruh’un ölmesi veya Şeytan’a (kibir-gurur-aldatma-ayartma) satılmasıdır. Halk arasında bu durum: “Tuzun kokması” veya “Sözün bitmesi” olarak ifade edilir. Birkaç şekilde tezahür eder: 1- Kendini Kandırma. Kendini kandırmanın kendi içinde iki çeşidi vardır: a) Arzu ve içgüdülerine uyma (Heva): “ Hevasını ilah edineni gördün mü?” (45/23). b) İçinde yaşadığı toplumu/geleneği (süper-ego) nihâi hakem yapma şeklinde gerçekleşir (“El-âlem, ne der?” veya “Herkes, öyle/böyle diyor”): “Çirkin bir iş işlediklerinde, “Biz, atalarımızı bunun üzerinde bulduk; Allah da bize bunu emretti” derler.” (7/28). 2-Kesin-kör inançlılık/taklit ve dogmatizm-cehalet olarak somutlaşır. 3-Sözün, eylemden/amelden/fiilden kopuşu/ikiyüzlülük, gevezelik, dırdır: “Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyleri, niçin söylersiniz?” (61/2). 4- Yalan söyleme. 5- Başkalarını ve söylenenleri dinlememe: “Sen, (vicdanı) ölülere dinletemezsin.” (30/52). “Sen, kabirlerdeki (vicdansız) ölülere sesini/sözünü duyuramazsın.” (35/22). “Kâfirler, Ahirette derler ki: “Şayet düşünseydik veya dinleseydik, şu alevli ateştekilerden olmazdık” (67/10). 6- Hayâsızlık, fahşâ, şerefsizlik-onursuzluk. Ar/hayâ, İslam’da kişinin, başta Allah’a, kendine ve kamuya karşı –ahlaki bağlamda- saygısızlık yapmaması anlamında imandan kaynaklanır.

RUHU VİCDANI DİRİLTMENİN İMKANI

Din-İman, ruh-vicdan üzerine kurulur. Kur’an’ın dediği gibi ancak vicdanı (lübb/fuad/basiret/ruh) olanlar düşünüp ibret alıp iman edebilir (2/269, 3/7, 13/19…). “Kur’an’ı, vicdanı diri olanları uyarman için indirdik.”(36/70). Ruh-Vicdan ise, güneş sistemi, eko sistem ve insan mükemmelliği üzerine hayretten doğan bir ahlaki düşünme ile oluşur. Nebi Nuh ve İbrahim’in kurucu önderliğini yaptığı Tek Tanrıcılık dininin ahlak davasının temeli olan Ruh-Vicdan da, tabiatta, toprakta, yerde, yuvada, yurtta, sılada, memlekette, meskende, mahalde/mahallede, evde-ailede oluşur. Bugün Modern Teknoloji, insanı her biri birer “ayet” olan Güneş sistemi, Eko sistem ve insan mükemmelliği üzerinde düşünmekten kopararak, Heidegger’in dediği gibi, onu bir kafes içinde çepeçevre kuşatmıştır (Gestell). Bu durum, ipek böceğinin son derece teknolojik olarak ördüğü kozanın içinde kalıp ölmesine benzer.

Modern İnsan “Tekno-City”lerde böceğe dönüştürülmüştür. Taş, toprak-tuğla, ağaç-ahşap, börtü-böcek, çim-çayırdan (doğadan), orta boy kasaba ve şehirlerden beton-asfalt, cam-çelik, teneke, plastikten oluşan metropollere sürüklenme/göç, insanı solucanlaştırdı. Modern ulaşım vasıtaları, insanları birer “Turist” e çevirdiği gibi. Modernite ile birlikte Ruhtan zekâya geçiş ile masumiyet-masuniyet gerilerken; kurnazlık-kurtluk gelişti. İnternet-iletişim, insanların kalbini/ruhunu kalbura çevirerek delik deşik edip onu malumat manyağına çevirmiştir. Herkes, elindeki telefonun içine düşerek kaybolmuştur. Artık bir birimizin yüzüne bakamadığımız gibi; bir birimizle sohbet, muhabbet ve dostluk edemez hale geldik. Modern “birey”, kum tanesi gibi hafızasız, hatırasız, vefasızdır. Zira bunlar, ruhun/vicdanın yordamlarıdır.

Doğa, Tanrının “ayetleri” ve rahmeti olarak burnumuzun dibinde/etrafımızda duruyor. Rahmetli Nurettin Topçu’nun dediği gibi: “İnsanlık, tekrar doğaya dönmeden; Tanrı’ya (Ruh-Vicdan) dönemeyecek.”.

“Doğaya dönmek”, şehri terk etmek anlamına gelmiyor; şehirleri, ipekböceği kozası/kafes olmaktan çıkarmayı ifade ediyor. Tanrı, ruh ve vicdanın küpüdür. Allah’a şükür, Allah’ın bizim için örnek bir “Vicdan Çalışması/gayreti” olan Kur’an, tahrif olmadan insanlığın elinde bulunuyor. Tanrı, inayetini ve rahmetini insanlıktan esirgemez. Yeter ki insanlık, son üç yüz yıldır düçâr olduğu vicdansızlık-ruhsuzluk yani Batılılaşma ve Amerikanlaşma (Teknolojikleşme-Tanrılaşma) günahından tövbe etmeye karar versin.

“Müslüman” olduğunu iddia edenlere denecek şey ise: Güneşi (Ruhu-Vicdanı-Kur’an’ı) ceketinizin astarında (Teolojide) kaybettiniz; dinin ocağını söndürdünüz; elinizdeki “Vicdan Çalışması/gayreti”nı okuyarak kendinize/özünüze (lübb-fuad-basiret) gelebilirsiniz: “İman edenlerin Allah’ı hatırlamaktan ve kendilerine inen hakikatten etkilenerek kalplerinin ürperme zamanı (hâlâ) gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitap verilip de, -aradan uzun zaman geçince- kalpleri katılaşan (Yahudi-Hristiyan)lar gibi olmasınlar. Onların çoğu, fasık (doğrudan yana görünüp, aslında ondan sapmış ve onu terketmiş) kimselerdir.” (57/16).