Dogmatik Taklitçiliğin Kaderi: “Vicdansız Dindarlık” – II. Bölüm

Hristiyanlık Eleştirisi (F. Nietzsche)

Hz. İsa efendimizin Yahudilikte yapmak istediği tecdit, başarılı olmamış; Pavlus aracılığı ile Latin dünyasında yapılan tahrif edici yorum/teoloji, “Teslis” ve “Kilise” olarak kristalleşmiştir. Bu yorumun/teolojinin, Batı toplumlarını “Karanlık” bir çağa (Ortaçağ) sürüklediği müsellemdir. Aydınlanma Filozofları ve Reformcular, yaratılan bu yoruma ciddi eleştiriler yöneltmişlerdir. Örnek olarak Alman filozofu Nietzsche’nin kaleme almış olduğu “Deccal: Hristiyanlığa Lanet” (çev. Oruç Aruoba, İst., 1995) adlı kitabı, bu eleştirilerin en sertlerinden biridir. Nietzsche, Latin halklarının ve Kilise babalarının yaptığı bu yorumu, insanlık adına bir “Decadans (çürüme/çöküş)” olarak yorumlar. Nietzsche’nin kalkış noktası “nihilist”tir. Ancak Kilisenin yarattığı dinsel psikolojiyi ele vermesi açısından da hayli öğreticidir. O, şöyle diyor:

“Hristiyanlığın tarihi –hem de, daha çarmıhtaki ölümden başlayarak- kaynaktan bir simgelemin adım adım kabalaşan bir biçimde yanlış anlaşılmasının tarihidir. Hristiyanlığın hep daha geniş, hep daha çiğ, içinde doğduğu koşullara hep daha uzak kitlelere her yayılışında, Hristiyanlığı vülgarize etmek, barbarize etmek hep daha gerekli olmuştur. İmperium Romanum’un bütün yeraltı tapınışlarının öğretilerini ve törenlerini her türden hastalıklarını içine alıp yutmuştur. Hristiyanlığın yazgısı, ona inanmakla doyuma ulaşacak gereksinimler ne denli hastalıklı, ne denli aşağı ve bayağı ise; ona olan inancın da, o denli hastalıklı, aşağı ve bayağı hale gelmek zorunda olmasında yatar. Sonunda bu hastalıklı barbarlık kendisini “Kilise” olarak örgütleyerek güce ulaştı. Kilise, ruhun her dürüstlüğüne, her yüceliğine, tinin her yitirilişine, her özgür yürekli, iyi yürekli insancılığına karşı ölümüne düşmanlığın biçimi/formudur.” (s. 54). “Dürüstlükle en ufak ilişkisi olan kişi, bugün bilmek zorundadır ki, bir tanrıbilimci, bir rahip, bir papa, söylediği her cümle ile yalnızca yanılıyor değildir; yalan söylüyordur.” (s. 55) “Pavlus’ta “iyi habercinin (İncil)” karşıt tipi cisimleşmiştir. Nefretin, nefret düşünün, nefretin acımasız mantığının dehasıdır o. Neleri kurban etmedi ki bu Dysngelist. En başta da Kurtarıcının (Hz. İsa) kendisini kendi çarmıhına gerdi.” (s.61). “ Hristiyanlık, insan ile insan arasındaki her türlü derin saygı ve mesafe duygusuna karşı, yani kültürün her türlü yükselme ve büyümesinin önkoşuluna karşı, kötü içgüdülerin en gizli köşe-bucağından çıkarak ölümüne bir savaş vermiştir.” (63). “Aldanmamalı! (Papazlar): ‘Yargılamayın’ derler, ama yollarında duran her şeyi cehenneme gönderirler. Tanrının yargılamasını sağlayarak kendileri yargılarlar; Tanrıyı yüceltmekle kendilerini yüceltirler; tam da kendi elde edebilecekleri –dahası, üstte kalmak için gereksedikleri- erdemleri teşvik etmekle kendilerine erdem uğruna güreşiyorlar, erdemin egemenliği için savaşıyorlar görünümü verirler.” (s.65)…

Müslümanlık Eleştirisi (M. Akif)

Son 150 yılda İslam dünyasında Müslüman tecditçi düşünürler, Sünnilik ve Şiilik mezheplerinin ortaya koymuş oldukları tarihsel-teolojik yorumların yaratmış oldukları taklitçi/dogmatik “dindarlık” tarzları üzerine ciddi eleştiriler yapmışlardır. Bu düşünürlerden bazıları şunlardır: Şah Veliyullah Dihlevi, Cemalettin Afgani, Musa Carullah, Muhammed Abduh, Seyyid Ahmat Han, Muhammed İkbal, Mehmet Akif, Mahmut Muhammed Taha, Taha Abdurrahman, Muhammed Arkoun, Muhammed Abid Cabiri, Fazlurrahman, Hasan Hanefi, Nasır Hamid Ebu Zeyd, Ali Şeriati, Abdulkerim Süruş… Bunlardan Mehmet Akif’in yazmış olduğu manzum “Safahat” adlı 500 sayfalık şiir kitabı (M. Ertuğrul Düzdağ. İst. 1981) Sünniliğin yaratmış olduğu dogmatik dindarlığın bütüncül bir eleştirisidir. Örnek olarak, şöyle diyor:

“Görürsün, hissedersin varsa vicdanınla imanın:

Ne müthiş bir hamaset (duygusal dinamizm-İG) çarpıyor göğsünde Kur’an’ın!

O vicdan nerededir, lâkin? O iman kimde var?… Heyhat!

Ne olmuş, ben de bilmem, pek karanlık şimdi hissiyat!

O imandan velev pek az nasip olsaydı millette,

Şu üç yüz elli milyon halkı görmezdin bu zillette!” (s. 323)

…….

“Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile…

Âlemi aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile!

Kaç hakiki Müslüman gördümse, hep makberdedir;

Müslümanlık, bilmeme amma, galiba göklerdedir!” (s. 311)

……

“Çalış” dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun,

Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!

Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,

Zavallı dini çevirdin maskaraya.” (s 268)

…….

“Senin bu kopkoyu şirkin sığar mı imana?

“Tevekkül” öyle “tahakküm” demek mi Yezdan’a?

Kimin hesabına inmiş, düşünmüyor, Kur’an…

Cenâb-ı Hak çıkacak, sorsalar, muhatap olan!

Bütün (ilahi) emirlere ilan-ı harp eden şu sefih,

Mükellefiyeti, Allah’a eyliyor tevcih.” (s. 269)

Sonuç

Bugün İslam dünyasında -az da olsa- “Takva”ya dayanan dindarlık örnekleri yaşandığı gibi; çoğunlukla dogmatik/taklitçi (vicdansız) örgütlü dindarlıklar kol gezmektedir. Kör selefilik (IŞİD), petro-dolar Selefiliği (Suud-i Arabistan), katı dogmatik/taklitçi Hanefilik (Taliban), Afrika Selefiliği (Boko-Haram), Mollalar ve Ayetullahlar Teokrasisi (İran Şiiliği), Türk Tasavvuf Sünniliği (FETÖ) ve daha bir sürü Tarikat-Cemaat ve siyasi parti örgütlenmeleri, “dindarlık” adına vicdansız, fahiş felaketler üretmektedir. Bu duruma tepki olarak her üç dinin müntesiplerinden bir bölümü vicdanı dinden bağımsızlaştırarak deist, ateist, seküler kurumlar, kavramlar, siyaset ve ahlak teorileri önermişlerdir. Bunların sonuçları da başarı ve başarısızlıklarıyla 300 yıldır ortada duruyor. Çözümü, Allah, Kur’an’da göstermişti: “İman edenlerin, Allah’ı hatırlamaktan ve ondan inen hakikatten dolayı kalplerinin (vicdanlarının) saygı ile ürperme zamanı gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitap verilip (Yahudi ve Hristiyanlar); fakat üzerinden uzun zaman geçince kalpleri katılaşanlar (vicdansızlaşan) gibi olmasınlar. Onların çoğu fasık kimselerdir.” (57/16).