Taşınabilir/mobil telefonlar ilk çıktığında biz, cepte taşıdığımız için “Cep Telefonu” olarak isimlendirdik; Batılılar ise elde taşıdıkları için, “Handi” (el telefonu) olarak isimlendirdi. Onların isimlendirmesi daha doğru çıktı; telefon cepte durmaktan çok, ele düştü. İnternet ile birleşince artık salt “iletişim” aracı olmaktan çıkıp her şeyimiz oldu. Elimize geçeli beri elimizden düşmüyoruz; elimizin uzantısı, adetâ yeni bir organımız oldu. Dünyada en çok sayıda insanın, en uzun süre telefon kullandığı “müsrif” bir toplumuz.
Telefon elimize geçeli beri kalbimiz kalbura çevrildi, ruhumuz dumura uğradı. Medya maymununa-manyağına döndük. Sosyal medyası (Facebook, Twitter/X, Instagram, youtube, TikTok…) olmayan kimse yok gibi. Çağın-Ruhuna (Zeist-Geist) uygun olarak –filozof- kamusal entelektüel, alim-aydın yerine- “Youtuber” diye milyonlarca takipçisi olan “medya maymunları” türedi. Ciddi içerik üretenleri tenzih ederim. Deli paralar kazanıyorlar. Kitap okuma öldü. Elimizdeki telefon, kafesimiz-kuyumuz, hapishanemiz oldu; içine kapandık-düştük.
Telefon aracılığıyla göze ve kulağa yapılan günlük görüntü-ses saldırı/tecavüz/bombardıman sonucu, özümüzü, kendimizi, kişiliğimizi, kimliğimizi, ruhumuzu toparlayamaz olduk. İnsanlar, yürüyen düdüğe-boruya dönüştü. Yüzümüzde meymenet kalmadı. Gözlerimiz artık çakmak çakmak değil fırıldak oldu; “velfecri okuyor”. Etrafımızdaki çığlıkları, inlemeleri, haykırışları kulaklarımız duymaz oldu. Enformatik cehalet yaygınlaştı. Çok şeyi bilen, pek az şey anlayan, al-yanaklılara döndük. Doğru yolda dik yürüyen insan olmaktan çıkıp yere kapaklanmış (sürüngen), önüne/eline bakan mahluklara dönüştük (67/22).
Bu durumu, Alman filozofu Byung Chul Han şöyle tasvir ediyor: “Şey – olmayanlar, her yönden çevremizi istila ediyor ve ‘şey’leri yerlerinden ediyor. Bu şey-olmayanların adı ‘enformasyon’dur…”
Şey-fetişizmi artık geçmişte kaldı. Biz, enformasyon ve veri fetişistlerine döndük. Bu arada “veriseksüeller”den bahsedilmektedir… “Yapay zekâ ise bugün yaşamın optimizasyonunu yüklenmesiyle ve bir endişe kaynağı olarak geleceği ortadan kaldırmasıyla, yani geleceğin belirsizliğini aşmasıyla, insani varoluşun endişelerden azade kılmak için buradadır. Optimize edilmiş bir şimdi olarak gelecek, bizim için endişe verici olmaktan uzaktır” (B. C. Han. Şey Olmayanlar. çev: Enes Özel. İst. 2025. s 7,9).
“Dijital düzen, ‘Hakikat (gerçeklik-İG) devrini’ sona erdirmiş ve gerçeklik sonrası bir enformasyon toplumu başlatmıştır. Enformasyonun, gerçeklik sonrası rejimi, olgusal gerçekliğin üzerine yükseltir kendini. Gerçeklik sonrası görünüşleri içinde enformasyonlar, şey-kaçkınlarıdır. Hiçbir şeyin ‘el ile tutulur’ olmadığı yerde her türden sabitlik kaybolup gider.” (B. C. Han, a.g.e, 13)
Chul Han, “akıllı telefon”lar hakkında da şöyle diyor: “Biz, yaşamı bütünüyle işlevler ve enformasyonlara tabi kıldığımızda; Tanrısal olanı, yaşamdan kovmaktayız. Akıllı telefon, zamanımızın bir sembolüdür. Onda süslü-püslü hiçbir şey yoktur. Onda hâkim olan ‘pürüzsüzlük’ ve ‘düzlük’tür. Onun aracılığı ile yürütülen komünikasyon, güzel biçimlerin büyüsünden yoksundur. Duygulanımlar aracılığı ile en iyi biçimde ifade bulan “dümdüzlük” onda egemendir. Akıllı telefon, ayrıca her şeyi tesviye eden, zımparalayan ve nihayetinde eşitleyen hiper-kominikasyonu şiddetlendirir.” (B.C. Han, a.g.e. 29). “Bizler, onun tarafından yönlendirilmekte ve programlanmaktayız. Yalnızca biz, akıllı telefon kullanmıyoruz; O da, bizi kullanıyor. Gerçek fail, akıllı telefondur. Biz, yüzeyinin ardında farklı aktörlerce yönlendirildiğimiz bu dijital muhbirlere maruz kalmış oluruz.” (a.g.e. 30). “Biz, dijital uyuşturucu olan komünikasyon sarhoşluğu tarafından o denli etki altındayız ki; herhangi bir “Artık yeter!” yahut bir direniş sesi yükseltilememektedir.” (a.g.e. 31)…
Alkol, uyuşturucu ve sigara bağımlılıkları gibi, “telefon bağımlılığı” oluştu. Telefonu elinden düşen, kendini “yok” sanıyor, dehşete düşüyor. Kaldırımda neredeyse karşıya, sağa-sola bakarak yürüyen insan kalmadı. Çoğunluk, önüne (eline) bakıyor veya zihni kulaklığında aval-aval, boş-boş etrafa bakıyor.
Akşama kadar internette “sörf yapma”, oyun oynama, gevezelik-dırdır etme, gösteriş yapma, kavga-dövüş, dizi-sinema izleme, bahis-kumar oynama, sağa-sola saldırma-küfretme (troll), geyik yapma, dezenformasyon, yankı odalarının oluşması, cehaletinin farkında olmadan kendini bir şey sanma, vaaz verme, aforizma kasma…daha neler, neler…: “Ağzı olan konuşuyor”. “Ağzı açık, ayran delisi” olanlar, elinde telefon ile akşama kadar ağzı açık kalmakta ve ayran çalkalamaktadır. “Sanal” olan ile “gerçek” olan, birbirine karıştı.
Nadir de olsa, durumu protesto için yel değirmenlerine karşı savaşan Don Kişot gibi telefon kullanmayanlar (ulaşılamaz) oldu. Kendi hesabında veya WhatsApp gruplarında sürekli aforizma, hikmetli söz, özdeyiş yağdıranlara sözüm: İnsan, -her gün yerse- baldan bile bıkar ve nefret edebilir: “Söz, gümüş ise sükût, altındır.” Nöbetleşmek yani -şahinler gibi- “bir görünüp, bir yok olmak” daha doğrudur.
İnsanlığımızı Tekrar Hatırlamak İçin Telefon Orucu
“İnsan”lığımızı tekrar hatırlamak için günlük “telefon orucu” tutmak artık bir zorunluluk haline gelmiştir. Nasıl ki, “ramazan orucu” ile Allah’ın bize bahşetmiş olduğu nimetlerden bir süreliğine uzak durarak onların kıymetini hatırlamak amaçlanmış ise telefondan bir süreliğine uzak durarak insanlığımızı tekrar hatırlamamız gerekir. Oruç süresince yakınlara, eşe-dosta, akrabaya, arkadaşa, tanıdığa, -hatta tanımadığına- zaman ayırmak, onlara yüz-vermek, göz-kırpmak, kulak-asmak, dokunmak, bakmak, konuşmak, gülümsemek, dinlemek, dertleşmek, halini-hatırını sormak, muhabbet etmek, düşünmek, kitap okumak… “sevap”tır. Sevap, doğru olma ve karşılık demektir. Oruç ile hedeflenen bu sayılanlar, doğru ve iyi birer karşılıktır. Sevabın illa da ahirette olması gerekmez. Bunlar “peşin” sevaplardır. Kendine ve başkalarına iyilik etmektir.
Orucun kolay tutulabilmesi için öncelikle telefonu elden düşürmek, bırakmak gerekir. Dışarda iken cepte, içerde iken de uzağa veya çantaya-çekmeceye koymak gerekir. Telefonunu elinden düşürmeyenin kendisi onun içine düşer: Damçak gibi, “Kendi eşer, kendi düşer.” Telefon orucu, ciddi bir sabır gerektirir: “Alışmış, kudurmuştan beterdir.” Oruç süresi boyunca neler yapılacağı planlanmadığı takdirde boşluğa düşülür ve oruç kolayca bozulur.
Telefon orucunun süresi, asgari günlük bir saat, azami beş saat olabilir. “Tekne orucu” da tutulabilir. Hükmü, “farz-ı ayn”dır. Süresine göre sevap artar ve eksilir. Zorunlu olan iş görüşmeleri ve iletişimler, orucu bozmaz. Rastgele, uyduruk bahaneler ile oruç bozmak, mekruhtur; kendini kandırmaktır.
Ramazan orucunun tersine yaşı küçük çocuklar ve öğrenciler için orucun kendisi ve süresini uzatmak zorunludur. Çocukların zihinsel ve pedagojik gelişimleri için bunun doğru olduğu herkesin kabulüdür. Ebeveynler ve okul idarecileri bu zorunlu orucun teknik ve pedagojik alt yapısını hazırlamakla mükelleftirler. Fransa, Hollanda, Avusturya ve Belçika bunu başardılar.
Sonucu bir ayet ile bağlayalım: “Allah’tan başka varlıkları, sığınak kabul edenlerin durumu, kendisine ağ ören örümceğin durumuna benzer. Oysa, evlerin en zayıfı, örümcek evidir; keşke bilselerdi.” (29/41)