Tek Tanrılı dinlerin(Yahudilik-Hrıstıyanlık ve İslam) teolojik yorumları olan ortadoxiler(mezhepler),“Hakikat”ın tekliği ve kendilerinde olduğu iddiasına dayanır. Bu dini tecrübelerin peygamberlerin hayatta olduğu kuruluş(Tanrı’dan vahiy alma) aşamaları ile daha sonrası/tarih arasında köklü bir fark vardır. Kuruluş aşamasında peygamber/vahy söylemi mütevazi, dinlemeye hazır, vicdanın aktif ve yorumsal olduğu dinamik bir süreçtir. Muhataplar, sağduyuya-akla, düşünmeye ve vicdana dayalı olarak iman ve ahlak mevzularına ikna edilmeye çalışılır. Kutsal kitaplarda bu açıkça görülür. Bunun delillendirmesine girmeyeceğim. Kuruluş aşamasından sonra(peygamberlerin ölümünden sonra) işlerin böyle gitmediği, katı ortodoxilerin (mezhepler) oluşması ile genellikle kendileri gibi düşünmeyen ve inanmayan kitlelerin “tekfir” edildiği bağnaz-fanatik, taklitçi ve dogmatik (kör-inanç) bir aşama oluşur. Dinin herhangi bir yorumu, siyasal iktidarla bütünleştiği takdirde bu “mutlak hakikat” duygusu/inancı ile şiddete başvurulduğu, yine dinler tarihinde binlerce örnek ile sabittir.
Aynı husus, Felsefi-Metafizik düşünce sistemleri için de geçerlidir. Platon’un “Devlet” ve “Kanunlar”adlı kitaplarında, ona öykünen Farabi’nin “Medinetu’l-Fadıla”sında, Hegel’in “Devlet(Prusya), Tanrı’nın yeryüzündeki tezahürüdür” diyen politik felsefesinde, Marx’ın “Proleterya Diktatörlüğü(Komünizm)” tezinde mevcuttur. H.Marcuse’nin dediği gibi: “Aklın metafizik gerçekliğe topyekun tabi kılınması, ırkçı(totaliter) ideolojiye zemin hazırlar.”(1)
Pozitivist bilim felsefesine eşlik eden ve Fransız Devrimi ile gelişen Cumhuriyet ve Demokrasi fikriyatında bu handikaptan çıkıldığı; politik hakikatın daha çoğul ve yorumsal olduğu şeklinde bir sanı/kanı egemen olmuştur. Ancak, Batıda gelişen Liberal-parlementer Kapitalist sistem de aynen dinlerde ve felsefi-metafizik sistemlerde olduğu gibi, bu “kesin hakikat” metafiziği(Huzur Metafiziği-Derrida) bilim organizasyonları olan Üniversitelerde ve kendilerini onlara yasladıklarını iddia eden politik faaliyetlerde derinden derine işlemektedir. Buradaki kesin hakikat, pozitivist bilim metafiziğinden gelmektedir. P.Bordiou,P.Feyarabend, T.Kuhn ve K. Popper…gibi düşünürler, bu paradigmayı şiddetle eleştirmişlerdir. Son elli yılda yine Batıda gelişen Post-modern ve Hermeneutik yorum gelenekleri, bu gerçeği su yüzüne çıkarmayı başarmıştır. Her iki akımın da temel kaygısı, “nesnelciliğin yanlış, belirsiz(röletif) ve asılsız olduğu inancı değil; aksine onun(mutlak hakikatçı özcülük), adaletsiz olup etik, özgürlük ve demokrasiye saldıran bir cani olduğu inancıdır.”(2)Her türlü “hakikat” iddiası, özünde “bir iyi niyet” taşısa da, “farklı dinsel, varoluşsal, ve sosyal varlığımızın çoğulluğuna/çeşitliliğine bakmaksızın, kendilerini zorla dayatma iddiasındadırlar. Çünkü şiddet, hakikatın politik anlamıdır. Bunun kaynağı, Heidegger’in vukufiyetle gördüğü gibi “Hakikat” varlıkla(insan varlığı Dasein ile de) ahlaki “ilişkimiz” olduğu halde; Pozitivist-Bilim metafiziği, onu, varlığı “açıklama”mıza indirgedi. Oysa önerme, hakikatın mekânı değildir; hakikat(ilişki), önermenin mekânıdır.”(3) Yani “hakikat”, peşin peşin bizde “mevcut” olan bir husus değil; “ilişki”ile var-olan, çıka-gelen, açılan bir husustur. Pratiktir, dinamiktir. G.Vattimo’nun dediği gibi, “(mutlak) hakikatın sonu, demokrasinin ve (hermeneutiğin/yorumun.İG) başlangıcıdır.”(4) Epistemoloji veya bilim alanında mutlak hakikat yerine Hermeneutik(yorumsallık=tevazu/ihtiyat/teyakkuz/kül yutmama/tetikte olma/uykusuzluk…) ne ise; politik alanda da demokrasi odur. Pozitivistlerin iddia ettiği gibi insan varlığı, bir ayna gibi nesneleri kendinde a priori(Kant) yansıtan bir şey değil; bireysel çıkarları, beklentileri olan, dünyadan, kültürden ve dilden miras aldığı bilişsel enstrümanlara sahip bir varlıktır. Gadamer’in vukufiyetle belirttiği gibi: “Anlamanın ön şartı, önyargıdır.”
Özetle, Batıda iktidarda olan liberal-kapitalistler, kendilerinde bu pozitivist bilim metafiziğinden gelen bir “politik hakikat” öz-güvenine sahiptirler ve kendilerinden olmayan dünyanın diğer halklarına karşı bir aşağılayıcı-dışlayıcı-yanlışlık(barbarlık-ilkellikl9 imgesine sahiptirler. Hatta kendi içlerindeki periferide olanlar(yoksullar, mülteciler, varoşlar…) hakkında da aynı kanaate sahipler. Bundan dolayı da, başta ABD olmak üzere AB ülkeleri(Liberal-parlementer kapitalizm), Afganistan başta olmak üzere Ortadoğu, Latin Amerika, Afrika ve Balkanlarda buraların halklarına-devletlerine rağmen şiddet kullanma/“operasyon”larda bulunma “hakkı” görmektedirler.
İster dinsel, ister felsefi-metafizik, isterse de bilimsel olsun (ki “pozitivizm” olarak felsefi-metafizik hakikat algısına bağlıdır), politik alanda bu tutum, kesinlikle yanlıştır ve doğası gereği şiddet üretmektedir. Politik alanı Aristo’nun ve Kur’an’ın tanımladığı gibi, “Pratik ahlak” olarak tanımlayacak isek, burada barışı, adaleti ve hakkaniyeti hakim kılmak için mümkün olduğu oranda “yorumsal” bir tutum takınmak gerekir. Kur’an, politik alanda müminlere “şura” ilkesini yani kamusal sorunları çözmede bütün toplumun istişare-tartışma ve oydaşma ile katıldığı ve rızasının alındığı(ahit-akit-misak) bir porosüdür takip edilmesini önermektedir. Bu prosüdür(demokrasi) hakikatın kendisi değildir; hakikatın ortaya çıkarılması ve icra edilmesinin prosüdürürdür. Oysa İslam tarihinde bu ilkeden sapılarak adına hilafet veya saltanat denen “tek adam” yönetimlerine kayılmıştır. Politik alan, bir kişinin insafına bırakılmayacak kadar önemli ve herkesin ahlaki sorumluluk üstlenmesi gereken bir alandır. Kur’an, islam toplumunun, her türlü aşırılıklardan uzak “vasat” bir toplum olduğunu ifade eder(2/143). Allah, eğer isteseydi, Müslümanları “tek bir ümmet” yapacağı halde, bunu istemeyip, insanların kendi aralarında yorumsal çoğulculuk ile hakikatı bulmalarını istemesi(16/93) manidardır. Nihaî-dini bir kaygı olarak iman ve salih amel(ahlak) konularında Kur’an’ın binlerce kez “düşünme”yi tavsiye etmesi, hakikatın bu nazik-yaralanabilir tabiatından dolayıdır. Kaba-ham softalar/yobazlar ve demegog-dogmatik politik aktörler,kurnaz seyisler(siyasetçiler) bu “hakikatı” zor anlarlar.
Dipnotlar:
1-Vattimo.G,Santıago.Z,Hrmeneutik Komünizm: Heidegger’den Marx’a. Çev: E.Kuçlu. İst. 2012. s.32
2-Vattimo.G, Santıago.Z, a.g. e,35.
3-Vattimo.G, Santıago.Z, a.g.e, 38-39
4-Vattimo.G, Santıago.Z, a.g.e,41