Kurum-Kural Siyaseti
Kur’an, siyasi işlerin (Emr) içerde “Şura”(42/38); dışarda ise Sözleşme-Anlaşma (Ahit) ile (16/91,2/177) çözülmesini önermiş; Hz. Muhammed de bunu hayatında arkadaşları ile istişare (3/159) ve dışarda ise “Medine Sözleşmesi” ve diğer kabileler ile yaptığı ahitleşmeler ile uyguladığı halde; onun ölümünden sonra siyaset, kabile karizması (Kureyş) ve askerî bir kavram ile (Emire’l-Müminin) devam ettirilmiştir. Fazla zaman geçmeden buna bir de dinsel karizma (Hilafet) eklenmiştir. Hasılı, Kur’an’ın siyaset önerisi/tarzı rafa kaldırılmıştır. Kur’an’da siyaseti belirleyen temel, Alman düşünür Carl Schmit’in siyasetin temel modu olarak belirlediği “Dost-Düşman” ayrımı, ahlak üzerinden “Adalet ve Zulüm” çelişkisine bağlanmıştır (2/193,60/7-8). Dostluğu ve düşmanlığı belirleyen nitelik, etnik köken (kabile) dil, din/inanç ve çıkar birlikteliği değildir. Muaviye isyanı ile birlikte, bu kriter değişmiş; siyasetin raconu, büyük ölçüde güç/zor/savaş, kabile ve çıkar üzerine oturmuştur. Emevilerde ve Abbasilerde siyaset, Kabile/Kılan/Hanedanlık ve din (Hilafet/Zıllullah) karizması üzerine oturmuş; iktidar, halkın rızasını arama (şura) yerine; halkı zorla itaate (biat) zorlamıştır. Müslümanlar, kendilerini kimin yöneteceğini; hangi gerekçe ile yöneteceğini; yöneticinin nasıl tayin edileceğini; ne kadar süre ile yöneteceğini ve hangi yetkilerle donatılmış olacağını tayin edemediler. Bu anayasal (hukuki-ahlaki) boşluklar, 1.400 sene boyunca sürmüştür.
Kur’an’da Allah’ın kendisi de, insanlarla ilişkisini -Eş’arilerin sandığı gibi- : “Allah’dır; ne yaparsa yeridir” tazında –adetâ/haşa- kaprisli bir “Kadir-i Mutlak, Alim-i Mutlak ve Mürid-i Mutlak” imgesi/tasavvuru ile değil; kendini ahlaki isim-sıfatlar (Esmau’l-Hüsna) ile kayıt altına alarak (Sünnetullah/48/23, Kelime/10/19, Kitap/78/39) ve insanların özgür iradeleri ile bir sözleşme (misak) yaparak kurmuştur (7/172). Eş’arilerin ileri sürdüğü gibi, “Teklif-i Ma-la-yutak= insana güç yetiremeyeceği şeylerin teklif edilmesi” caiz değildir. Mutezile, bu görüşü reddetmiştir: “Allah, insanlara güç yetiremeyeceği şeyleri teklif etmez” (6/142). “Allah, hükmedenlerin en dürüst/doğru hükmedenidir” (95/8). Eş’arilerin, Allah’ın insana güç yetiremeyeceği şeyleri teklif edebileceğini de caiz gördükleri bilinmektedir. Allah, Kur’an’da insanların birbirleri ile olan -siyaset dahil- tüm ilişkilerini de ahlaki kurallara (“Hududullah”) bağlamasını istemiştir. Fakihlerin, “Had” kavramını, “Hikmetinden sual olunmaz” mutlak iradeye bağlamaları yanlıştır. (Fazlurrahman, The Concept of “Hadd” in Islamic Law. Islamic Studies. Vol:IV, September. 1965. No:3. S.37-251).
Siyaset tarihinde (Yunan’da ve Yemen’de) ortaya çıkan “Demokrasi” teorisi, siyaseti halkı işin içine katarak kurumsal, kurallı/hukuki (Anayasal) olarak çözme teşebbüsüdür. Bu bağlamda daha sonra Avrupa’da ortaya çıkan “Yasama-Yürütme ve Yargı” erklerini birbirinden kurumsal olarak ayırma teşebbüsü/teorisi de (“Kuvvetler Ayırımı”), yine toplumsal huzur, barış ve adalet motivasyonuna bağlıdır.
Güç istencini, doğrudan eylemi ve barbarlığı (“Sarışın Canavarlar”) “İyi Vicdan”ın nitelikleri olarak kodlayan Nietzsche, demokrasiye “Seküler sofuluk” dese de (Özgür Taburoğlu, Vicdan, Ankara. 2019. S.25 vd.); siyasette güç istencini/zoru değil; ehliyeti/liyakati, özgür iradeyi, onuru, oydaşmayı, barışı, uzlaşmayı, “kim”in dediğini değil; “ne” dendiğini önemseyen demokrasi, insanlığın lehinedir. Şura önerisinde de, aynı unsurlar mevcuttur. Kurum ve kural, ortak aklın konsensüsü olduğu için, yanlış-zarar doğurma ihtimali daha azdır ve telafisi-tashihi mümkün ve kolaydır. Kişi kültü ve karizma siyasetinde bunlar yoktur. Kurum ve kural siyasetinin “Hukuk/Adalet” doğurması, kuvvetle muhtemeldir. Çünkü aynı genetikten gelir. Oysa kişi/karizma siyasetinin, doğası/genetiği gereği zorbalık ve zulüm doğurması, daha muhtemeldir. “Bilge Kral/Kişi/Karizma”, binde birdir. (Anuşirvan, Hz. Ömer, Harun-i Reşid, Çiçero, Aliya İzzetbegoviç…)
Kişi Kültü-Karizma Siyaseti
Siyasette kişi kültünün veya karizmanın önemsenmesinin çeşitli ahlaki-psikolojik saikleri mevcuttur. Kişinin kendisi açısından muhtemel saikler güç istenci/istiğna, tağutluk, kutsiyet ve kendini feda etme duyguları ayrı ayrı veya birlikte olabilir. Tercih edenler (halk) açısından ise çıkar, zayıflık, korku ve kölelik bilinci olabilir: “Firavun, kavmini ezdi; onlar da, kendisine itaat ettiler. Çünkü onlar, yoldan çıkmış bir toplumdu” (43/54).
Karizmanın/kralın “çıplak” olduğunu görebilmek için, bir çocuk saflığında olmak gerekir. Keloğlan saflığında: “Lan haşmetlüm, bu yaptığın, boktan bir iş” deme cesaretini kimse gösteremez. Karizmayı kızdırmamak için kötü bir sofuluk hüküm sürer. Bu durum, zorunlu bir münafıklık ortamı yaratır: “Padişahım, çok yaşa!” Bu durumda ne söylendiği veya ne yapıldığı önemli değildir; kimin söylediği ve kimin yaptığı önemlidir. Karizmanın etrafında çıkar içgüdüsüne bağlı münafık bir “Biz” oluşur. Karizmadan (Kişi/Tek) yetki/güç alan herkes, kendi altına doğru -kendi çapında- putlaşır. “Biz”i oluşturan maya, dostluk değil; yalakalıktır.
Max Weber’in geliştirdiği “Karizma “ teorisine, Freud’un geliştirdiği “Bilinç-altı” teorisini kullanarak Erich Fromm, şöyle bir psikanaliz yapar: “Daha başka bir örnek olarak savaşçı bir politika izleyen ‘Lider’ üzerinde durulabilir: Böyle bir lider, güttüğü politikanın ve aldığı kararların temelinde vatanseverlik duygusu ve yurduna hizmet sorumluluğu gibi yüce ülkülerin yattığına samimiyetle inanmasına karşılık; gerçekte, kendine onur sağlamak için böyle yapıyor olabilir” (Erich Fromm, Çağımızın Özgürlük Sorunlar. Çev. Bozkurt Güvenç.İst. 1973. S.111).
Sonuç
Türkiye toplumu rüştüne erip kurum ve kural ile siyaset yapma yeteneğine henüz yeterince sahip değildir. Demokrasi, salt oy verme/sandık (kral seçme) değil; sahaya/sokağa/meydana inme, elini taşın altına sokma, sorumluluk üstlenme, kurum ve kurallar rejimidir. Halkımız, sürekli -dinî veya seküler- “Tek-Adam”, “Lider”, “Karizma” arayışındadır. Hz. Muhammed: “Siz, nasıl iseniz; öyle yönetilirsiniz” demiş. Ayet de diyor ki: Siz, kendinizde olan (ahlaki) durumu değiştirmedikçe; Allah, size yardımcı olmaz” (13/11).