Hayvanlar ve Şeytanlar Dinleyemez

Sözü dinleyip de, onun en güzeline uyanlar varya; işte onlar, Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir ve İşte onlar, vicdani özü olanlardır.(39/18)

İnsanda iki kulak ve bir ağzın olması, dinlemenin konuşmadan önceliğini ve iki dinleyip, bir konuşmayı ima eder (Anam, öyle derdi). “Söz, gümüş ise; sükut (dinleme), altındır.” sözü de, aynı gerçeğe işaret eder. İnsan –ve de Müslüman- olmanın ön koşulu, dinlemektir. Erdem olan dinleme, duymak istediğini dinlemek değildir; duymak istemediğini, dinleyebilmektir. Çünkü duymak istediğin şey ön-yargılarını, çıkarını, ezberini, alışkanlığını, konforunu, arzularını pekiştiren şeydir. Duymak istemediğin şey ise,- genellikle vicdanın sesi olarak- bunlara karşı olan şeydir. Karşıdakini/muhatabını dinleyebilmek, en temel erdemlerden biridir. Dinlemeden, sürekli dırdır etmek, gevezelik yapmak, marifet değildir.

Varlığı-oluşu, olup-biteni, olayları-olguları, insanlık durumlarını gözleyerek, düşünerek anlamak, idrâk etmek, ibret almak, birinci vazifemiz ise; insanları, muhataplarımızı, etrafımızdakileri dinleyerek anlamak, ikinci ahlaki vazifemizdir. Atalarımız ne güzel demiş: Dinleyene, sivrisinek saz; dinlemeyene, davul-zurna bile azdır.”
Türkiye toplumu, son yıllarda giderek dinleme kapasitesini kaybetmiş; “Körler, sağırlar; birbirini ağırlar” deyiminin ima ettiği gibi, duymak istediğini dinleyen “Yankı odaları” oluşmuş; iletişim ortamı “Yer, demir; gök, bakır” dönüşmüştür. Başat aktivite haline gelen Siyaset konuşmanın, dırdırın, gevezeliğin sembolü haline gelirken; dinlemenin toplumsal formasyonları olan ahlak, hukuk ve adab-ı muaşeret alabildiğine gerilemiştir. Kartlaşmış seküler-muhafazakâr ideolojik kesimler ve ideologları, mezhepler-tarikatlar-cemaatler, ekonomik sınıfların birbirini dinlemeye, hatta görmeye büyük oranda tahammülleri yoktur. Ülkemiz söz dinlemeyen, burnunun doğrultusunda giden, burnu havada, bilmediğini bilmeyen (cehl-i mürekkeb), bildiğini sanan boru-düdük insanlarla dolu.

Çağımızın en büyük afetlerinden biri de “Gözün Egemenliği” dir. İnsanların kalbi ve kulağı değerden düşürülerek salt “Gözde” ve “Göz-önünde” olmaya teşvik edilmektedirler. İnternet, telefon ve sosyal medya aracılığı ile her şey göze sokularak, şeffaflaştırılarak ayan-beyan ortaya dökülmüştür. Teşhircilik, birinci doğamız haline gelmiştir. Mahremiyetin kıymeti kalmadığı gibi; dinleme ve düşünme de, alabildiğine gerilemiştir.
Dinleyememenin, iki temel nedeni vardır: Birincisi, içgüdü-cehalet yani hayvanlık eğilimi; İkincisi ise, istiğna/istikbâr/narsizm yani şeytanlık eğilimi. Kur’an’da “hayvanlaşma” ve “şeytanlaşma”, insanların ahlaki tutum, tavır ve davranış tarzları olarak eleştirilir (7/179,25/44, 6/112,2/14…).

Kur’an, dinlemeye haddinden fazla önem verir. Ahirette cehennemlikler, şöyle derler: “Şayet dinleseydik ve düşünseydik(akletseydik), cehennem ehli olmayacaktık.”(67/10). Allah, müminleri nitelerken: “Onlar, sözü dinleyip en güzeline uyarlar.”(39/18) der. Yine müminlere hitaben şöyle der: “Kur’an okunduğunda, kulak verin ve onu dinleyin ki, merhamet olunasınız.”(7/204). Dinleyemeyenler, kabirdeki ölülere benzetilmiştir: “Sen, kabirde olan ölülere dinletemezsin.”(35/22). Allah, muhatap aldığı toplumu ve her bir bireyi dinlemiştir: “Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve kocasını Allah’a şikayet eden kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin tartışmanızı dinliyordu.”(58/1). Kıssaların Kur’an’da anlatılma gerekçesi: “ …uyanık ve duyarlı kulaklar, ondan ibret alsınlar” diyedir (69/12). Allah, 610-632 tarihleri arasında Arap toplumunu dinleyerek (Kalellezine keferu=Kafirler dediler ki… Yekulu’l- münafikun= Münafıklar diyorlar ki…, Kaleti’l-A’rabu=Bedeviler dediler ki…. ) onların sorunlarını çözmeye çalışmıştır. Allah, mutlak kudret sahibi olduğu halde; yaratmış olduğu kullarını anlayıp dinlemeye çalışırken; şeytanlaşmış veya hayvanlaşmış insanlar, bunu yapmıyorlar.
İlk Felsefenin Ontoloji değil, Ahlak felsefesi olması gerektiğini söyleyen ahlak filozofu Emmanuel Levinas’da, “Başkası/Öteki” ni (görme ve dinleme yolu ile) dikkate almanın, “Ben”i kurmanın ve ahlakın özü/temeli olması gerektiğini söyler:” Etik öznellik, ontolojinin (aynının) her şeyi kendine indirgeyen idealleştirici egoizminden kurtulur. Etik “Ben”, tam da “Başkası” önünde diz çöktüğü; kendi özgürlüğünü, Başkasının daha önde gelen çağrısına feda ettiği ölçüde özne (Ben) dir. Bence öznenin özgürlüğü, en yüksek veya ilksel değer değildir. Bizim, beşeri “Başka”ya veya mutlak “Başka” olan Tanrı’ya cevabımızın özgeliği/yad-erkliği, kişisel özgürlüğümüzün özerkliğinden önce gelir. Sorumlu olanın “Ben” olduğunu teslim eder etmez, özgürlüğümün, başkasına karşı bir yükümlülük tarafından öncelendiğini kabul ederim.”(E.Levinas, Sonsuz Tanıklık. Çev:Z.Direk. İst. 2003.s 276.)
Hasılı, hayvansı veya şeytansı bir iğva olan gevezeliği, dırdırı azaltıp, ötekine yaklaşmak, kulak asmak, kulak vermek, kulak kesilmek, -Koyunun, kaval dinlediği gibi değil-; can kulağı ile dinlemek zorundayız. İnsan olmak, böyle bir şeydir.