Facia” ve “Felaket” kavramları, Faillerini gizleyip “Fail-i Meçhul” e dönüştüren, sorumluluktan kaçmayı doğuran maske kavramlardır. Son yıllarda Türkiye’de artan felaket ve facialarda da durum böyledir. Örneğin: 13 Mayıs 2014’te meydana gelen Soma Maden ocağı faciasında 301 kişi, 8 Temmuz 2018 Çorlu tren kazası faciasında 25 kişi, 2019-2024 arasında faaliyet gösteren “Yeni Doğanlar Çetesi” faciasında en az 10 çocuk, 21 Ocak 2025 Kartalkaya Otel yangını faciasında 78 kişi öldü. 7 Temmuz 2025 mağara metan gazı faciasında 12 Askerimiz şehit oldu. Bu felaket ve facialara ek olarak, son yıllardaki orman yangınları felaketlerine ve 7 Şubat Kahramanmaraş depreminde bina denetimsizlikleri ve kurtarma faaliyetlerine anında etkin müdahale edilememesi sonucu ölü sayısının artması….
Bu felaket ve facialarda yönetim zaafı iki şekilde ortaya çıkmaktadır.
- Görevlilerdeki ehliyet/liyakat eksikliği;
- Faillerin ortaya çıkarılması ve etkin olarak cezalandırılmasındaki eksiklik.
Facia ve felaketlerde sorumluluk, genellikle “müşterek ve müteselsil”dir. Ciddi bir tahkikat yapılamadığı sürece tüm sorumlular hakkıyla ortaya çıkarılamaz. Bir veya iki tane “Günah Keçisi” bulunup sorumluluk onların üzerine atılır. Facia ve felaketlerden sonra yetkililer medyaya çıkıp: “Ucu kime dokunursa dokunsun, sorumlular bulunacaktır.” veya “Kimsenin gözünün yaşına bakılmayacak” yollu beyanatlar verir. Ama, kazın ayağı öyle değildir. İşleyen ilkeler: “Kol kırılır, yen içinde kalır.” veya “Kan kusup, kızılcık şerbeti içtim” denilir. Amaç, “zülf-i yâre dokunmamak”tır. Çünkü söylediklerini yaptıkları takdirde, oy kaybedeceklerini düşünüyorlar.
Oysa Kur’an, bu konularda gayet açık ilkeler koymuştur. İş/sorumluluk vermede asıl olan ehliyettir: “Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.” (4/58). “Ey iman edenler, kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınız aleyhine dahi olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti ayakta tutan kimseler olun. Davalılar, zengin veya fakir de olsa, tarafgirlik yapmayın; çünkü Allah, onlara sizden daha yakındır. Dolayısıyla, adaleti yerine getirmede arzularınıza uymayın; eğer gerçeği çarpıtırsanız veya adaleti yerine getirmeden cayarsanız, Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (4/135). Dikkat edilirse, bu mevzularda “Biz ve “Öteki” ayrımı ehliyet ve adalet üzerinden kurulmaktadır; inanç, akraba, zengin-fakirlik üzerinden değil.
Türkiye’de siyaset kimlik üzerinden yapıldığı için, “Biz” ve “Öteki”yi büyük ölçüde etnik köken, inanç-mezhep ve dogmatik ideoloji (çağdaş-dindar) belirliyor. İktidarda da muhalefette de “Kimlik Siyaseti” işliyor. Bu durumda “Ehliyet ve Adalet” neredeyse sıfıra müncer oluyor.
Facia ve felaket anında iş başında olanlar:
- Ehliyetsiz/liyakatsiz (cehalet),
- İhmalkâr,
- Üstleri/amirleri tarafından titizlikle denetlenmedikleri için, bu suçlar “müşterek ve müteselsil” sorumluluk/faillik olarak siyasi bürokrasiye ve iktidara kadar uzanır. Çünkü işler, memuriyetler, sorumluluklar, genellikle “Bizden”liğe göre dağıtılıyor.
Diğer taraftan, yargılamaların:
- Uzun sürmesi,
- Gerçek/Hakiki faillerin ortaya çıkarılamaması,
- Verilen cezaların yetersizliği, felaketlerin/faciaların sürmesini ve maşeri vicdanın yaralanmasını doğuruyor.
Örnek olarak Kartalkaya otel yangınında ortaya çıkan durum ibret vericidir.
- İşletmenin güvenli bir şekilde hizmetine devam etmesi için gerekli olan sorumlulukların kesin olarak tanımlanıp tevzi edilmemesi;
- Denetlemelerin yapılmaması veya ihmal edilmesi, “müşterek ve müteselsil faillik/sorumluluk” olarak bütün bürokrasiyi ve burayı da geçerek siyasal iktidara kadar (Turizm Bakanlığı) uzanır. Bu facia/felaket, ülkemiz ve milletimiz adına utanç verici bir hadisedir. Benzer durumu, diğer facialara-felaketlere de teşmil etmek mümkündür.
Sonuç olarak, medeni bir toplum kurmak istiyorsak, vatandaşlar arasında “Biz ve Öteki”nin ayırım kriteri “Ehliyet ve Adalet” olmadığı müddetçe, bu tür felaket ve facialar devam eder gider. Rahmetli anamdan kulağımda kalan bir “Mani”nin dörtlüğü şöyledir: “Dağlar evvelki gibi/Bağlar evvelki gibi/Ne olursa, ölene olur/Sağlar evvelki gibi.” Anasını sattığım memleketimde hiçbir şey değişmeyecek mi? “Dindar” olduğunu söyleyen yöneticilerimiz, neden dönüp, Allah’ın “ne” dediğine kulak asmazlar?